Hoşgörü Timsali Nüzhet Dede

Türk Divan Edebiyatına eşsiz eserler bırakmış Nüzhet Dede'nin torunu Metin Erhan Saraçoğlu, Nüzhet Dede ile hatıralarını paylaştı.

PAYLAŞ
Harput TV - Harput TV

Türk Divan Edebiyatına eşsiz eserler bırakmış Nüzhet Dede’nin torunu Metin Erhan Saraçoğlu, Nüzhet Dede ile hatıralarını Fırat gazetesinden Songül Dursun ile paylaştı. Saraçoğlu “Nüzhet Dede, kendi tahsil ve irfanıyla filozofvari fikirlerini şairlik kabiliyeti ile birleştirerek tasavvufi ve hiciv unsurları içeren çok muazzam şiirler vücuda getirmiştir” dedi.

Ünlü bir divan şairi, Mustafa Kemal Atatürk’ün en sevdiği meclisin ilk mebuslarından Nüzhet Dede,  zekâ kıvraklığı ve kuvvetli hafızası, cevval ve bilge kişiliği, Elazığ ve gerekse ülkede yaşanan bir takım yanlışlıkları hicvetmesi yönleriyle tanınmıştır. Tasavvufun denizinde yüzen Nüzhet Dede’yi ve Tasavvuf şiirini torunu emekli edebiyat öğretmeni Metin Erhan Saraçoğlu ile konuştuk:

Öncelikle sizi tanıyabilir miyiz?

İSİM BABASI NÜZHET DEDE

1934 yılında Çemişgezek’te dünyaya geldim. İlk ve ortaokulu Çemişgezek’te bitirdikten sonra Erzurum ve Trabzon’da öğretmen okulunu bitirdim. Necatibey Eğitim Enstitüsünde Edebiyat Bölümünde yüksek tahsilimi yaptıktan sonra çeşitli okullarda edebiyat öğretmeliği ve idarecilik, birkaç özel okulda kurucu müdürlük ve idarecilik yaptım. 20 yıla yakın Çemişgezek Lisesinde müdürlük ve öğretmenlik yaptım. İsmimi Nüzhet Dedem metanet sahibi olayım diye Metin koymuş. 32 yıl önce İzmir’ e yerleştim Divan ve tasavvuf edebiyatı üzerine incelemelerim ve makalelerim var. Bu konuda konferanslar veriyorum, televizyon programlarım oluyor. Televizyon programları için çok fazla istek olduğundan insanları kıramıyorum. Bu şekilde hayatıma devam ediyorum. Aşağı yukarı divan şairlerinin divanlarının yarıya kadarını ezbere bilirim ama kalan yarısı ezberimde olmamasına rağmen başkası okuduğunda da yanlış bir kelime söylediğinde müdahale edebilirim.

Edebiyatçı olmaya nasıl karar verdiniz?

DEDE’NİN SOHBETLERİ ETKİLİ OLDU

Okul yıllarımda cebir ve fizik derslerimde çok başarılıydım. Çözemediğim problem olmazdı. Çözemediğim problem olursa uykularım kaçar nihayetinde çözerdim. Ben edebiyat bölümünü isteyerek kendi arzum ile seçtim. Nüzhet Dedeyi dinlemeye gelen misafirlerin sohbetlerini küçüklüğümde dinlerdim. O sohbetlerden çok etkilendim. Ayrıca babam ve amcam da edebiyata karşı oldukça ilgiliydi. İster istemez içimden geçen şey edebiyat ile ilgili bir mesleğe sahip olmaktı.

Harput musikisinde de tasavvufun tesirlerini görmek mümkün müdür?

Divan edebiyatı tasavvufa yöneliktir. Divan şairlerimizin eserlerinde gerek açık bir şekilde ve gerekse zımnen bu konu anlatılmıştır. Fuzuli’nin gazellerinden Elazığ musikisinde 10-15 tane bestelenmiş eserleri bulunmaktadır. Bunlar Harput musikisi olarak bilinir. Leyla ile Mecnun Mesnevisi gibi. Fuzuli bu eserinde Tasavvuf görüş ve düşünüşünü öyle güzel mısralar içerisinde işlemiştir ki bunu ancak tasavvuf bilgisine sahip olanlar anlayabilir. Mesela sadece gazeliyat bölümünde 3096 beyitten oluşan Leyla ile Mecnun Mesnevisi de bunlardan bir tanesidir. Bu mesnevi maddi bir aşk değil manevi bir aşk olarak değerlendirilir. Mecnun’un mecazi aşktan ilahi aşka geçişini anlatmaktadır.

Dedenin de dediği gibi doğmak, ölmek diye bir mevzu yoktur. Cenab-ı Hakk’ın ilahi beisinde doğuş vardır. Asıl doğuş ordadır; ne olduğunuz Ayan-ı Sabite dediğimiz o noktada tespit edilmiştir. Asıl olan ruhtur bedenin hiçbir manası yoktur. Şairin dediği gibi

“Bu Adem dedikleri

El ayakla baş değil

Adem manaya derler

 Surat ile kaş değil.  

Yani bu dünyada bedenin de bir değeri yoktur. Dede bu konuyu beytinde şöyle işlemiştir:

“Hafredin bir dağ başına kabrimi tenha garip

Baykuş olsun türbedarım, hep refiki muri mar”

NÜZHET DEDE AYNI ZAMANDA BİR HECCAVDIR

Zaten tertip ettiğim, Nüzhet Dede’nin divanında da münacatlarla başlar. Buna müteakip naatler ile devam eder. Daha sonra kasideler övgü şiirleri ve gazeliyat vardır ve bunlarda da tasavvuf işlenir. Nüzhet Dede’nin hiçbir tasavvuf şairinde görülmeyen bir özelliği de aynı zamanda bir heccavdır. Hiciv şiirleri yazar. Yani tasavvufi şiirleriyle hem uhrevi alem ile münasebet halinde hem de bu dünyada da yaşamayı terk etmeyen ve bu dünyada yaşadığı şeyleri sert bir dille ve galiz ifadelerle kimseden çekinmeden, pervasız bir şekilde korkusuzca hicveder. Nüzhet Dede, kendi tahsil ve irfanıyla filozofvari fikirlerini şairlik kabiliyeti ile birleştirerek tasavvufi ve hiciv unsurları içeren çok muazzam şiirler vücuda getirmiştir.

Nüzhet Dede ile anılarınızı kitaplaştırmayı düşünüyor musunuz?

Evet düşünüyorum. Zaten böyle bir çalışmam var ancak basım aşamasına gelmedi.100 sayfaya yakın bir bölümden oluşan, “Dede İle İlgili Hatıralar” başlığı altında, Nüzhet Dede’nin çocukluğu ile, memuriyeti ile ilgili anıları, ilk meclise katılmış olduğu meclis hatıraları;  valilerle, bakanlarla hatıraları ve onlara hitaben yazdığı hatıraları hazırladım. Çalışmalarım devam etmekte fakat henüz baskıya geçmedi.

Nüzhet Dede nasıl bir şair nasıl bir insandır, sizden dinleye bilir miyiz?

NÜZHET DEDE, HOŞGÖRÜ TİMSALİ

Dede 1942 senesinin 12. Ayının 12. günü vefat ettiğinde ben henüz sekiz yaşındaydım. Dede ile ilgili hatıralarımı hatırlıyorum; bazı hatıralarını da büyüklerimden dinlemişimdir. Dedem çocukları çok severdi. O hayatta olduğu sürece gider selamlıkta otururdum. Önünde metalden bir çekmecesi vardı. Kapağı olan o çekmecede şekerlemeler, lokumlar bulundururdu. Mahalli yiyeceklerimizden pestil, badem gibi yiyecekler bulundururdu. Onlarla bizleri, çocukları sevindirirdi. Selamlıkta misafirleri olurdu sürekli ve dede’nin sohbetlerini dinlerlerdi.  Selamlık sürekli sohbet dinleyen misafirlerle dolup boşalırdı. Daha önce 15 yıl Osman Bedrüddin Erzurumi Hazretleri(İmam Efendi)’nin ikamet ettiği evin üst katına merdivenle çıkılırdı ve orada da kahve ocağı vardı. Kahveler pişer, hizmetkârlar kahve, sigara, nargile ikramları yaparlardı. Evin kapıları hiç kapanmazdı. Dede,İmam Efendi’ye şiirlerinde de saygısını ifade etmiştir.

 Dede’nin marabalar ile birlikte latifeleri çok meşhurdur. Haydar Emmi diye bir büyüğümüzden dinlediğim bir anıyı anlatayım: Dede’nin 10-13 tane marabası vardır. Hâsılat temin edildikten sonra, kim ne kadar hâsılat yapmışsa Dede’ye söyler ancak Dede not almazdı. Herkes ne kadar hasılat yaptığını söyledikten sonra Dede; “Söyleyin bakalım ne kadar çaldınız ya” derdi. Marabalar ise;”Haşa Dede neden çalalım” derlerdi. Dede; “Hayır çalacaksınız ki benim bereketim artsın” derdi. Nüzhet Dede hoşgörünün bir temsili idi.

Dede beyaz ceket giyerdi. Erzincan-Başbağlar Barasor dokumasından uçkurlu, beyaz şalvar giyerdi. Başında kasketi olurdu. Sakalı vardı ve sakalına makas değmezdi. Hacıdan, hocadan, hurafeden, batıl inançlardan hazzeden bir insan değildi. Cenap Şehabettin’in ressam kardeşi ile birlikte otururken bir gün Dedeyi habersiz resmetmiş.  “Bu resmi kardeşim Cenap Şehabettin’e sarhoş kasidesi ile birlikte göndereceğim” demiş. Dede’nin itirazına rağmen Cenap Şehabettin’e göndermiş ama Cenap Şehabettin’in tasavvufi yönü olmadığından Rıza Tevfik Bölükbaşı’na kasideyi göndermiş. Rıza Tevfik ise inanmamış “Bu devirde böyle bir şiir yazacak şair yok” demiş. Her dörtlüğün iki mısrasını yazıp diğer iki mısrasını denemek amacıyla tamamlaması için Nüzhet Dede’ye göndermiş.

Bana sual sorma, cevap müşkildir;
Her sırrı ben sana açamam hocam.

Dede’de tamamlayıp tekrar Rıza Tevfik’e göndermiştir.

Hakk’ın hazinesi darı değildir,
Cami avlusuna saçamam hocam.

ATATÜRK: “DEDE BEY MECLİSİN GÜLÜDÜR”

Celal Nuri makalelerinde Dede’yi “Şarkın Diyojeni” diye tabir eder. Dede hafızası da çok güçlü bir insandır. Mustafa Kemal gibi bir zeka deryasının Nüzhet Dede’yi de zeka yönünden takdir edişi vardır.

 Meclisteki kara tahtaya mebusların teselli etmek ve kuvve-i maneviyeyi düzeltmek amacıyla yazdığı düşmanları hicveden şiirinden dolayı Mustafa Kemal Atatürk, Nüzhet Dede’yi çok sever ve “Dede Bey meclisin gülü” diye ifade eder. 150-200 kişiden oluşan meclis o günkü Anadolu’da temayüz etmiş güvenilir kimseler tespit edilmek suretiyle meclise davet edilir; Dede de bunlardan bir tanesidir. Nüzhet Dede’ye Mustafa Kemal tarafından arka arkaya gelen 3 tane telgraf çekilerek Ergani mebusu olarak meclise davet edilir. Dede’nin mecliste oturduğu yer ise, Mustafa Kemal Atatürk’ün oturduğu yerin paralelinde olan ikinci sıradadır. Mustafa Kemal her geçişinde Dede’nin sakalını okşar. Dede bir gün “Paşam bana bu hareketlerinle bir şey mi anlatmak istersin, açıkça söyle”  der ama Paşa “Dede bey ben senin sakalını severim”, Dede  “Paşam ben seni çok iyi bilirim. Senin sakalı sevmediğini de bilirim. Bana sakalını kes demek istersin ama ben dersimde bu sakalla geziyorum kesmemi istiyorsan et dersimi ıslah, kes sakalımı” der. Nüzhet Dede’nin yazmış olduğu “Sarhoş kasidesi” ve ittihat ve terakki için yazdığı şiiri Mustafa Kemal sürekli cebinde taşımıştır.

DEDE, HİCİVLERİ İLE HALKIN SEVGİSİNİ KAZANMIŞ

Dede bir gün Sivrice’nin İringil nahiye müdürlüğü yaptığı zaman vali ile bir anısını anlatayım. Vali herkesten hediye bekleyen bir insanmış tanıştıkları zaman Dede eli boş gider. Kendini tanıtırken “ben nahiye-i müdür-ü İringil, işte çıktım huzuruna dal, dingil” der. Nüzhet Dede cesareti, sözünü asla esirgemeyişi ve hicivleriyle halkın sevgisini kazanmıştır.

Bir de Nüzhet Dede’nin “bebekliğimde ağlamışımdır ama kendimi bildikten sonra hiç ağlamamışımdır.” Sözü çok meşhurdur. Buna inanmayan Fikri Efendi isminde bir zat Dede’yi denemek için senaryo hazırlar ve bir gün Dede’nin yanına gelir ve Dede bir öğlen vakti yemek yerken “Gel Fikri” der. Fikri Bey; “nasıl söyleyeceğiz bilemiyorum, birazdan çarşıya çıkacaksınız orada duyacaksınız. Bizden duyun bari; mahdumunuz Hıfzı Efendi sektei kalp neticesinde sizlere ömür” der. “Ya öylemi?” Der Dede ve şöyle devam eder;” hepimiz ölmek için doğmuşuz. Takdiri ilahi. Demek ki sıra onunmuş. Ben de yaşlı bir insanım. Sizler arkadaşları olarak defin için neler düşündünüz. Ama gel önce bi yemek yiyelim “der. Soğukkanlılığı ile Fikri Efendiyi hayrete düşürür. Ama bu soğukkanlı insan meclis Kayseri’ye nakledileceği zaman konuşamaz hale gelir. Mebuslar Dede’ye sorarlar “ne olacak bu halimiz” diye “konuşamadım” der ağlamayan insan  “hançeremden bir feryat kopacaktı” der ve kara tahtanın başına geçer o hicviyeyi yazar:

  İnkıbaz olmuş ise âlem-i İslâm bütün; 

İngiliz tuzu içer, Malta’da Yunan saçarız!

  

Afganistan kadehi ile çekeriz Hint yağını

Gâh Loyd Corc, gâhi Körzon, gâhi Kostan saçarız!

  

Bizi bir katre bile saymadılar deryada.

O köpekler ne bilr, katrandan umman saçarız!

  

Ecnebiler el uzatmış, Arabistan bevkına

Bilmez ki ne belalar, başına her an saçarız!

  

Bozarız ortalığı, pak edemez deryalar.

Akıbet İngiliz’in burnuna, reyyan saçarız!

  

Ermeni milletine ver, bu peyamı NÜZHET

Her sabah Ali Kemal’in, üstüne mihran saçarız!

Çocukluk döneminde Çemişgezek’teki ilkokulda bir Cumhuriyet Bayramı kutlamalarında duyduğum aşırı ve abartılı övgüler üzerine gelip Nüzhet Dede'ye: "Dede Allah mı büyük, yoksa Atatürk mü?" diye masumane sorunca Dede, bu safsata ve sapıklıkları ortaya atanlara okkalı bir küfür savurduktan sonra:

"Kemal'i kutlayın, putlaştırmayın

Milli kahramandır, kurtlaştırmayın

Tanrı ölür mü hiç, bak kabirdedir

Ülkem Masonlara, yurtlaştırmayın!” demişti.

İlimizin kültür sanat etkinliklerini takip edebiliyor musunuz, bu konuda bir değerlendirme alabilir miyiz?

Geçtiğimiz günlerde çok iyi tanıdığım birlikte hatıralarımız olan Fikret Memişoğlu anma programı oldu; ancak iştirak edemediğim için çok üzüldüm. Kendisini çok iyi tanırdım, birlikte konferanslarımız olurdu. Bir defasında Nüzhet Dede’yi yakından tanıyan insanlar olarak Bedri Çarşancaklı, Fikret Memişloğlu, Ağın Belediye Reisi Ekrem Aktaş Bey ve ben eski belediye binasının konferans salonunda bir konferans vermiştik. Çok da güzel olmuştu. O dönemde bugünkü imkânlar yoktu. Konferansta yapılan konuşmalar belediyenin hoparlöründen kahvehanelere, meydanlara, lokantalara duyurulmuştu. Konferans, her yerden yayımlanmıştı. Herkes de huşu içerisinde takip etmişti. Folklor de faaliyetler hat safhadaydı. Bugünkü imkânlar o zaman olsaydı; özellikle Fikret Memişoğlu’nun önderliğinde büyük işler yapılırdı diye düşünüyorum. İnsanlar arasında irtibatlar çok sıcaktı. İnsanlar birbirlerini tanırdı. Bugün ise kimse kimseyi tanımıyor.

Son olarak neler söylemek istersiniz?

HARPUT KÜLTÜR ALANINDA ÇOK İNKİŞAF ETMİŞTİR

Harput, Anadolu’nun büyük bir kültür merkezidir. Eskiden kral yolu üzerinde seyrüsefer üzere olan insanlar Harput a geldiğinde ilim adamı ise bağlanıp kalmıştır. Harput kültür alanında çok inkişaf etmiştir. Bu bakımdan ulemalar, büyük veliler Harput’tadır. Bu bakımdan Elazığ halkı her zaman zevki selim sahibi, her türlü kültür faaliyetlerine iştirak eden bir halk olmuştur. İzmir’de tasavvuf anlatmaya çalışırsam anlamazlar belki ama Elazığ insanı iştiyakla, zevkle dinliyor.  Son dönemde de Harput’un UNESCO Dünya kültür mirası geçici listesine girmesi konusu gündemde olması da bizler için iftihar vesilesidir. Elazığ halkına sizlerin aracılığı ile sevgilerimi, saygılarımı iletiyorum ve muhabbetler diliyorum. Sizi de bu faaliyetleriniz için takdir ediyor ayrıca teşekkür ediyorum.

HABERİ PAYLAŞ:
BUNLARA DA BAKIN