Biri Ecdadıma Saldırdı mı... - Ahmet Balıbey

Biri Ecdadıma Saldırdı mı...


"Tarihin dilinden düşmez bu destan,

Nehirler gazidir, dağlar kahraman, 

Her taşı bir yakut olan bu vatan 

Can verme sırrına erenlerindir."

diye tarif ettiği Çöl Kaplanı Kahreddin Paşa ´nın Medine müdafaasında  verdiği ruha ve onunla aynı ideallere sahip olan Şehitlerimiz ve Gazilerimizin önünde saygı ile eğilerek bugünlerde gündeme gelen önemli bir tarihi olayı ve şahsiyeti tekrar hatırlatmak isterim. 

Günümüzde birçok tarihi olay ve şahsiyet hakkında ya bilgimiz yok yada kısmi bilgilere sahibiz. Neden böyle bir serzenişte bulunuyorum.Çünkü İslam Alemi olarak tarih okumuyoruz.Ya da eksik bilgilerle bilgilendiriliyoruz. Defaaten dile getirdim dün yoksa bugün asla olamaz. Geçmişini bilemeyenler yarına emin adımlar atamaz. Bakın bugün tarih bilmeyen sözüm ona okumuş, bir yerlere gelmiş bir Müslüman bilmeden bizim tarihimize dil uzatmakta.Öncelikle bu şahsa, ya tarih okumasını yada danışmanları veya çevresindeki insanlardan doğru bilgi alması konusunda tavsiyerde bulunuyoruz. Yok çevresinde araştırma yapacak birileri yok ise bizler kendisine İslam Tarihinin ve Türk Tarihinin gerçek yüzünü anlatırız da, yazılı olarak da gönderebiliriz.

Bakıyorsunuz zavallının biri, ecdadımın mukaddes emanetlerini çalarak İstanbul´a gönderdiğini söyleyecek kadar hezayan içinde . Bu şahsın, kardeşlerimiz durumunda olan ırkdaşı Arap milletinden ve bizlerden özür dilemesi gerekmektedir.

Çünkü "Fahreddin Paşa gibi İslam Alemine hizmetkar olmuş birine hırsızdır diyemez, korkaktır diyemez, bizim Arap Coğrafyasına olumsuz bir davranışta bulunmuş diyemez…  İngiliz ajanı Lawrence tarafından “Çöl Kaplanı” olarak tanımlanan  Fahreddin Paşa´ya, İngiliz yarbayı Bassett “Kaburgalarına kadar tam bir askerdir” diyor. Biz de bu Paşanın vatanperver, dürüst, cesur ve yüreği Peygamber sevgisiyle dolu bir Osmanlı Paşası olduğunu çok iyi biliyoruz . Unutanlar için tekrar hatırlatmak gerekirse Fahreddin Paşa´nın asıl adı Ömer Fahreddin Türkkan´dır. 4 Şubat 1868´de Tuna Nehri kenarındaki küçük bir kasaba olan Rusçuk´ta doğmuştur. Babası Nizam-ı Cedid Topçubaşısı Ömer Ağa´dır. Annesi Mohaç kahramanı Akıncı Beyi Bali Bey´in soyundan gelen Fatma Adile Hanım´dır. Henüz on yaşındayken yaşadığı 1877-1878 Osmanlı-Rus Savaşı (93 Harbi), Ömer Fahreddinde  asker olma isteği uyandırmıştı. Zira bu savaşta binlerce Müslüman hayatını kaybetmiş binlercesi de göçe zorlanmıştır.

 Osmanlı Devleti´nin Balkanlara 14. yüzyıldan itibaren bölgeye yerleştirdiği Türkler ile birlikte Ömer Fahreddinde 19. yüzyıldan itibaren bölgenin kaybedilmesi üzerine “tersine göç” ile karşı karşıya kalmıştır .Sahip olduğu toprakları terkederek Ailesi ile birlikte İstanbul´a gelen Ömer Fahreddin Harp Okulu´nu ve Harp Akademisi´ni başarıyla bitirdikten sonra 1891´de kurmay yüzbaşı olarak Osmanlı ordusuna katıldı. 1908´e kadar merkezi Erzincan´da bulunan 4. Kolordu'da görev yaptı. Meşrutiyet´in ilanından sonra Yarbaylığa terfi etmiştir.İstanbul Selimiye 1. Nizamiye Tümeni Kurmay Başkanı olarak atandı. Balkan Savaşları´ndaki başarılı hizmetlerinin ardından I. Dünya Savaşı´nda 4. Ordu Komutanlığına bağlı 12. Kolordu Komutanlığı´na atanmış ve bu vazifede iken Musul ve havalisinde başarılı hizmetler yürütmüştür.

1915´te 4. Kolordu Komutanlığı Vekilliğine tayin edilen Fahreddin Paşa, bölgedeki Ermeni isyanları ile uğraşmıştır.23 Mayıs 1916´da Medine´ye gönderilen Ömer Fahreddin Paşa Medine´yi ele geçirmek isteyen İngilizlere karşı tüm imkânsızlıklara rağmen bu kutsal beldeyi 2 yıl 7 ay savunmuştur. Fahrettin Paşa bir süre savaş esiri olarak Malta´ya sevk edilmiş, buradaki esaret hayatından 30 Nisan 1921´de kurtularak Milli Mücadeleye katılmak üzere Ankara´ya gelmiştir. Paşa bir süre sonra Kabil Büyükelçiliği´ne atanmıştır.  Afganistan ve havalisinden Milli Mücadele için toplanan yardımların Ankara´ya gönderilmesinde önemli payı olmuştur. 1926´da İstanbul´a dönüp sonra çeşitli görevlerde bulunduktan sonra 5 Şubat 1936´da Tümgeneral rütbesiyle TSK´dan emekliye ayrılan Ömer Fahreddin Paşa 22 Kasım 1948´de bir Ankara seyahati sırasında Eskişehir yakınlarında kalp krizi geçirerek vefat etmiştir.İstanbul´da toprağa verilen Paşa,Rumelihisarı kabristanında ebedi istirahatındadır. 

Yüreği Peygamber sevgisiyle dolu olan Fahreddin  Bey, bu sevgisini Medine´de kaldığı sürece Hz. Peygamber´in kabrini sık sık ziyaret ederek göstermiştir. Adeta bir türbedar gibi çalışmıştır. O, tevazu sahibi bir komutandır. Nitekim isyancılara karşı düzenlenen askeri bir harekât esnasında, güçlükle yürüyen çelimsiz bir askeri görünce devesinden inmiş “Kardeşlerim! Sıkıntıda da bollukta da her şeyi paylaşacağız” diyerek o askeri kendi devesine bindirmek suretiyle yolculuğa yaya olarak devam etmiştir. Medine´de isyanların arttığı bir dönemde Cemal Paşa´nın “İstersen tecrübeli alman pilotlardan gönderelim” teklifini geri çevirmiş, bir İslam beldesi olan Medine´yi savunurken yalnızca Müslüman askerlerle bu işi yapmak istediğini söyleyerek bu konudaki hassasiyetini ortaya koymuştur.

Medine´de kaldığı sürece şehri savunmanın dışında imar faaliyetleriyle de uğraşan Paşa, Hz. Peygamber´in kabrine giden yolları genişletmiş, Osmanlı askerlerinin defnedildiği Medine´deki Cennetü´l Baki mezarlığını düzenlemiştir. O´nun bu yaklaşımı, kutsal toprakları sahiplendiğinin en açık göstergesidir. Tekrar ifade etmeliyim ki ;

Geçmiş geleceğin aynasıdır.

Geçmiş bizlerin yarınıdır.

Geçmiş her şeyimizdir.

Dün yoksa bugün, yarın kesinlikle yoktur.

Bakın gelişmiş ülkelere tarihlerini, milli değerlerini, geçmişte rol almış ecdatlarını  ve bir Alman Başbakan´ın ifadesiyle; ´´O iyisi ve kötüsüyle bir Almandır´´ deyip aidiyet duygusu ile nasıl milletin içindeki bir ferdini sahiplendiğine. Bugün İslam coğrafyası burada  bu aidiyet duygusu ile geçmişimizi, tarihi şahsiyetlerimizi sahiplenmek, unutulmaya yüz tutmuş ecdadımızı hatırlamamız gerekmektedir. Bugün birileri çıkıp yalan yanlış söylüyorsa tarihi iyi bilmediklerinden kaynaklanmaktadır.

Akif;

Sâhipsiz olan memleketin batması haktır;

Sen sâhip olursan bu vatan batmayacaktır.

mısraları ile  geçmişte yaşanan olaylara, geçmişte yaşayan ecdadımıza sahip çıkmakla , geleceğimizin daha iyi şekilleneceğini ne güzel dile getirmiştir. Verdiğim tüm konferanslarda hep şunu defaten tekrarlamışımdır. 

Dünü unutmadık, unutmuyoruz, unutturmayacağız. İslam coğrafyasında dün ile bugün arasında köprü olmaya devam edeceğiz.

Şeyh Edebali ne güzel ifade etmiş;

EY OSMAN! GEÇMİŞİNİ İYİ BİL Kİ, GELECEĞE SAĞLAM BASASIN.

NEREDEN GELDİĞİNİ UNUTMA Kİ, NEREYE GİDECEĞİNİ UNUTMAYASIN.

Bizler bugün İslam coğrafyasında yaşananları unuttuk ki bakın birileri yalan yanlış cümleler kuruyor. Bu minvalde büyük komutan Fahreddin Paşa'nın yaşadıklarını bir kez daha hatırlatmamız gerekmektedir .Fahreddin Paşa, evet bir taraftan Medine´nin geleceğini düşünürken diğer taraftan gıda sıkıntısına karşı çözüm yolları arıyordu. Hicaz Demiryolu´nun Medine´ye yakın istasyonlarının düşman eline geçmesi nedeniyle şehre erzak girişinin kesilmesi ve isyancıların Medine Kalesi´ni muhasara etmesi üzerine direnişin en zor günleri başlamıştı. Medine açlıkla boğuşurken çok ilginç bir olay yaşanır. Şehir çekirgeler tarafından istila edilmiştir. Herkes durumu endişe ile karşılarken Fahreddin Paşa, çekirge yemenin sünnet olduğunun altını çizerek askerlerini buna alıştırmak için şu bildiriyi yayınlamıştı:

“Çekirgenin serçe kuşundan ne farkı var? Uçar, yeşilliklerle beslenir, temiz ve taze olan yiyecekleri yer… Hicaz, Yemen, Araplarının başlıca gıdası çekirgedir. Bedeviler sağlamlık ve çevikliklerini çekirgelere borçludurlar… Hekimlerimiz de çekirgenin şifa verici ve besleyici olduğundan bahsediyorlar…” Peygamber Efendimiz´in kabrini düşmana teslim etmemek için yaşadıkları bu sıkıntı karşısında Allah´ın kendilerine bir lütufta bulunduğunu ifade etmiştir.

Fahreddin Paşa´nın bu açıklamalarıyla askerimiz çekirge yemiş, çekirge unundan ekmek yapmış, çekirge kurusunu da çerez gibi yiyerek bir süre bu şekilde beslenmiştir.

Yüzyıllardır İslam´ın bayraktarlığını yapan, İslam düşmanlarına karşı canını ortaya koyan bir milletin evladı olan Fahreddin Paşa, yaşanan tüm bu sıkıntılara rağmen askerleriyle birlikte Hz. Peygamber´in kabrinin önünden ayrılmıyor; kendisinin deyimiyle “son ere, son mermiye ve de son damla kana dek” mücadeleye devam edileceğini adeta haykırıyordu.

Fahreddin  Paşa ve askerleri böyle bir ruh hali içerisinde iken Osmanlı Devleti İtilaf devletleriyle 30 Ekim 1918´de Mondros Ateşkes Antlaşması´nı imzalamış ve I. Dünya Savaşı´nda yenilgiyi kabul etmişti. Bu antlaşma uyarınca Fahreddin Paşa´nın en yakın İtilaf Kuvvetleri komutanlarından birine teslim olarak Medine´den çekilmesi gerekiyordu. Ancak Paşa, teslim teklifleri karşısında Mehmetçiğin Medine´yi savunmakta kararlı olduğunu bir Cuma günü Harem-i Şerif´in minberinden şu sözlerle bir kez daha ortaya koymuştu:

“… Ey Nas! Malumunuz olsun ki kahraman askerlerim bütün İslam´ın sırtını dayadığı yer, manevi gücünün desteği, Hilafetin göz bebeği olan Medine´yi son fişengine, son damla kanına ve son nefesine dek muhafazaya ve müdafaaya memurdur. Buna Müslümanca, askerce azmetmiştir. Bu asker Medine´nin enkazı ve nihayet Ravza-ı Mutahhara´nın yeşil türbesi altında kan ve ateşten dokunmuş bir kefenle gömülmedikçe, Medine-i Münevvere kalesinin burçlarından ve nihayet Mescid-i Saadet minareleriyle yeşil kubbesinden al sancağı alınmayacaktır! Allahu Teala bizimle beraberdir. Şefaatçiniz O´nun Resulü Peygamber Efendimiz´dir…”

Fahrettin Paşa, Hükümet´in ve Harbiye Nezareti´nin “direnişe son verme ve teslim olma” yönündeki emirlerini dinlemiyor, bu konuda üstün bir kararlılık örneği sergiliyor, “Hükümet, Medine´nin anahtarlarını bir İngiliz yüzbaşısına teslim et, diyor. Böyle bir şey yapmaktansa silahlarımızla dövüşerek ölmek evladır. Buranın teslimi için yalnız harbiye nazırının ve hükümetin emri yetmez, mutlaka Hilafet ve Padişahın bir iradesi olmalıdır.” diyerek direnişe devam ediyordu.
Bu arada başta İngilizler olmak üzere İtilaf Devletleri Mondros Ateşkes Antlaşması´nı bahane ederek Osmanlı topraklarını işgal etmişlerdi. İstanbul da İngiliz işgali altına girmişti. Zor durumda kalan Osmanlı Padişahı, İngiliz baskısıyla, Medine´nin Osmanlı askeri tarafından boşaltılmasını öngören bir irade yayınlayarak Fahreddin Paşa´ya göndermiştir. Ancak Medine´yi bırakmamakta kararlı olan Paşa, “Halife/Padişahın baskı altında kaldığı için böyle bir irade yayınladığın"ı söyleyerek bu emri de yerine getirmemiştir. Böylece mesele içinden çıkılamaz bir hal almıştı. Zira Medine´nin Osmanlı Devleti ile kara ve demiryolu ulaşımı kesilmiş, askerin cephanesi ve erzağı tükenmişti. Bununla beraber Osmanlı toprakları da İtilaf Devletleri´nce işgal edilmişti. Bu nazik durum karşısında Fahreddin Paşa´ya, “Eğer Medine boşaltılmazsa İstanbul´un da İtilaf Devletleri tarafından işgal edileceği” söylenerek Paşa güçlükle ikna edilmiş, Medine´nin teslimini öngören antlaşma gönülsüzce imza edilmişti. Yani devletin elde kalan menfaatleri göz önünde bulundurularak Medine´deki direnişe son verilmişti. Ancak Fahreddin Paşa´nın Medine´den ayrılış sahnesi de üzerinde durulması gereken bir konudur: İslam toplumu için son derece büyük bir öneme haiz olan Medine´yi İngilizlere bırakmamak için her türlü sıkıntıya katlanan, hastalıktan pek çok askerini kaybeden Fahreddin Paşa, gözyaşları içinde son kez Peygamberimiz´in kabrini ziyaret ederek dua etmiştir. Kılıcını İngilizlere teslim etmeyip Peygamber Efendimiz´in kabrinin başına bırakmış ve oradan ayrılmamıştır. Bayrağımı burçlardan indirtmem, Efendimiz´i bırakmam, diye haykıran ve İngilizlere teslim olmayan Çöl Kaplanı Fahreddin Paşa, sonunda, kendi subaylarının ani bir baskınıyla Hz. Peygamber'´in kabrinden cebren çıkarılabilmiştir.

Sorarım şimdi Fahreddin Paşa hırsızdır diyenlere;

-Medine´de isyanların arttığı bir dönemde Cemal Paşa´nın “İstersen tecrübeli alman pilotlardan gönderelim” teklifini geri çeviren, bir İslam beldesi olan Medine´yi savunurken yalnızca Müslüman askerlerle bu işi yapmak istediğini söyleyen, bu konudaki hassasiyetini ortaya koyan bir insanın bu düşüncesine karşı şu anda kendi Ülkelerinde kendi çıkarları  için herşey mübahtır anlayışını benimsemeleri ayrıca şer güçleri ile ittifak kurarak kendi dindaşlarına ihanet etmelerine nasıl cevap verecekler merak ediyorum.

-Ermeniler ve İngilizlere karşı amansız verdiği mücadele ile haksızlığa karşı dik duran eğilmeyen bir komutanın bu  durumundan o kadar olumsuz etkilenmiş olacaklarki şimdi bunun öcünümü almak isterler merak ediyorum.

-Günümüzde dik duruşu ile İslam aleminin kurtuluş ümidi olan Türkiye Cumhuriyeti Devletinden Fahreddin Paşa gibi yiğitler gördükleri içinmi bu asılsız iddiaları öne sürüyorlar merak ediyorum...

Ayrıca tarihi bilmeden hırsızlık iddiasında bulunanlara hatırlatmalara devam edelim...

Halifeliğin Osmanlılara geçişinden, yani Yavuz Sultan Selim´in Mısır Sefer-i Hümâyunu sonrasından itibaren, Osmanlı Devleti, her yıl Haremeyn´e (Mekke ve Medine´deki mübarek mekânlara) armağan olarak para ve çeşitli armağanlar gönderirdi. Bu nasıl bir hırsızlıkki alan değil veren oluyor Osmanlı..

Peki bu paralar nereye dağıtıyor idi.

Gönderilen paralar başta Peygamber Efendimiz´in ve Ashab-ı Kiram´ın torunları olmak üzere, bütün Medineli fakirlere dağıtılırdı. Bu nasıl bir hırsızlıkki toplayan değil dağıtan oluyor Osmanlı...

Sürre Alayı´nın götürdüğü armağanların en önemlileri, hiç kuşkusuz, Kâbe örtüsüydü. Ayrıca Medine´deki mübarek türbelere de (Ravza-i Mutahhara ve sahabe türbelerine) yeni örtüler gönderilirdi. Eski örtüler Mekke Emiri tarafından kara yoluyla İstanbul´a gönderilirdi.

Bu nasıl hırsızlık ki her hac mevsimi örtü yapılıyor, gönderiliyor ve eskisi de muhafaza ediliyor. Soruyoruz bu nasıl bir Osmanlı?

Sürre Alayı ile birlikte yola çıkan ustalar hac yollarını ve çeşmeleri onarırdı. Bu nasıl bir hırsızlıkki yıkan değil onaran bir Osmanlı?

Yavuz Sultan Selim, Mısır Fethi esnasında okunan bir cuma hutbesinde, kendisinden, “Hâkimul Haremeyn” (Mekke ve Medine´nin hâkimi) olarak bahsedilince, hemen itiraz etmiş, “hâkim” değil “hâdim”(hizmetkâr) olduğunu hatibe hatırlatmıştı. Bu nasıl bir hırsızlıkki hakim değil hadim diyen Osmanlı? 

Takdir okurlarımızındır....

Ey İslam alemi biz bir oldukça güçlü olacaz. Bizim bizden başka dostumuz yoktur.Ortadoğu coğrafyasında Kürdü,Türk´ü,Arabı, Alevi´si,Sunnisi biz birlikte İslam birliğiyiz.Bizim dostluğumuz bir iki kendi bilmez ,tarih bilmez insanın söylemlerine kalmamıştır,kalmayacaktır. Bizlerin dostluğunu bozamayacaklar inşallah.

Bu vesile ile;

Ardına bakmadan yollara düşen,

Şimşek gibi çakan, sel olup coşan,

Huduttan hududa yol bulup koşan, 

Cepheden cepheyi soranlarındır.

İleri atılıp sellercesine, 

Göğsünden vurulup tam ercesine, 

Bir gül bahçesine girercesine 

Şu kara toprağa girenlerindir.

Allah´ın selamı Fahreddin Paşa gibi düşünen, sürre alaylarını tertip eden liderlerimiz gibi  yaşayan, onların sahip olduğu ruha sahip olanların üzerine olsun...

YAZIYI PAYLAŞ!

YAZARIN SON 5 YAZISI
12Şub

Bir Deha ve Geçen Bir Asır

31Oca
31Ara

Biri Ecdadıma Saldırdı mı...