Bedeli Kim Ödüyor? - Mehmet Karaaslan

Bedeli Kim Ödüyor?


Kalkınmış, gelişmiş ve kendi ayakları üzerinde durmayı başarmış bir Türkiye’nin oluşmasına engel olmak isteyen ve tarihin her döneminde var olmuş “hasım”larımız, bu kez ve ne yazık ki “hısım”lar üzerinden hedefe ulaşmaya çalışıyorlar.

Türkiye, önemli bir konumda bulunuyor. Dünya dengelerini Türkiyesiz kurmak, daha doğrusu Türkiyesiz tasarlamak mümkün değil. Özellikle son yıllarda ortaya konan ve birilerinin kovanına çomak sokar mahiyetteki dış politika, orta doğuda rahatlıkla at oynatamayan kesimleri ciddi rahatsız ediyor. Suriye ve Mısır konusunda takınılan tavır bu coğrafyada yaşayan mazlum ve mağdur insanlara yeni bir umut ve ümit oldu.

Türkiye’nin bölgede sivrilen ve saygın bir konuma gelen konumu, yine bölgeyi her zaman kaos ortamına sokup burada, başta petrol olmak üzere birçok doğal kaynağı sömüren devletleri rahatsız etti. Bunun önüne geçmek gerekliydi. Bu amaçla birçok istihbarat örgütü ve küresel çıkar guruplarının da desteği alınarak Türkiye’nin ve özellikle Başbakan Erdoğan’ın fiyakasının bozulması gerekiyordu.

Suriye ve Mısır konusunda ortaya konan tavır ve dik duruşun bedelini ödetmek, ekonomide büyük bir gelişmenin önüne geçmek, kalkınan değil ayağına bir şeylerin dolandığı bir Türkiye oluşturmak için Gezi olaylarıyla başlayan bir dip dalga yaratılmak istendi.  Artık değişik delillerle ispatlandığı gibi Türkiye’deki büyük holdinglerin ve yırt dışında ülkedeki ekonomik gelişmeden rahatsız olan küresel sermayenin desteğiyle bir bardak suda fırtına koparıp hükümetin ipini çekmeye çalışan kesimler Başbakanın sağlam ve çelik iradesine çarpınca ortada kalakaldılar. Önceleri birkaç ağaç hassasiyeti ile bu hareketi destekleyenler bile sonradan büyük oyun ve tuzağı görerek hızla uzaklaşmışlardı bu güruhtan.

Bu süreçte MİT’i yıpratma çalışmaları da eşzamanlı yürütüldü.  Uzun süre asıl yapması gereken uluslar arası istihbarat elde etme yerine, ülke içinde “mürteci fişlemesi” yapan, Türk insanını kategorize eden ve kendine sanal düşmanlıklar oluşturan MİT, asıl yapması gereken işe yönelince başta İsrail ve ABD olmak üzere bazı ülkelerin rüyaları kaçmış oldu. Bu amaçla MİT’in başında bulunan Hakan Fidan’ı yıpratmak ve etkisiz hale getirmeye yönelik eylemler yine Başbakanın güçlü iradesine takılınca akim kaldı. Bu konuda unutamayacakları bir gol yiyen uluslar arası çevreler yeni bir taktik geliştirecek hükümeti içerden vurmayı, ülkede kaos ortamı yaratıp siyaseti tıkama yolunu seçtiler.

Dershaneler konusunda net ve kararlı bir tutup gören bazı çevreler, bu konuyu şantaj aracı olarak kullanmak istediyse de yeniden çelik bir iradeye çarptılar. İşte ne olduysa bundan sonra oldu. O tarihe kadar bir dedikleri iki olmayan, hükümetin başından, bakanlara, valiler, belediye başkanları ve neredeyse tüm bürokrasiyi karşılarına alarak, hatta bu kurum ve şahısları yıpratarak şantajın kantarını kaçıracak bir takım sansasyonel uygulamaları piyasaya sürdüler.

Yolsuzluk ve rüşvet operasyonu dedikleri bir kampanyayla yüz yüze geldik. Üç yıl, beş yıl önce başlatılan soruşturmalar birden bire ve bir gecede tutuklamaya dönüştü. Yolsuzluklar vardı belki ama bunun tutuklamaya dönüştüğü zamanlama ve isimler manidardı. Halk bu ayrıntıyı gözden kaçırmadı. İlerleyen günlerde MİT’i yıpratma, Türkiye’yi teröre destek veren ülkeler konumuna sokacak tır durdurma eylemleri ve tetikçilik yapma, siyasi gerilim oluşturarak ekonomik göstergeleri alt-üst edercesine dövizin tırmanması, borsanın düşmesi gibi olayları tetiklemekte bir beis görülmedi.

Tüm bunlar yaşanırken halk şu sorunun cevabını aradı. Şimdiye kadar yolsuzluklar yoktu da bir günde mi bunlar ortaya çıktı. Yok, vardıysa yargı neden dershaneler tartışmalarından çok önce düğmeye basmadı. İkinci cevap bekleyen yaman soru ise şu halkın nezdinde: “Ne dediler de yapmadık” diyen bir başbakan, önlerine ne gitse hemen talimat verip yerine getiren bir bakanlar kurulu varken. Her şeyden önemlisi de camianın tavsiyesi ile referanduma götürülen ve kabul edilen HSYK kanunu olmak üzere birçok yeni düzenleme varken, sizden işaret bekleyen ve size saygı duyan bir hükümet varken neden paralel bir yapıya ihtiyaç duyuluyor?

Bu sorunun cevabını yine halk kendi veriyor ve diyor ki, sizin hassasiyetini kendi hassasiyeti bilen, inanç ve diğer özgürlüklerde her zaman yanınızda olan, okullarınızın gelişmesinde her zaman destek olan bir hükümet arayışınız varsa zaten o Ak Parti hükümetiydi. Tüm taleplerinizin yerine geldiği bir hükümetin yerine kendi paralel yapı kurmanın mantığı ne? Bu konuda akla bir tek seçenek geliyor ki onu da düşünmek bile istemiyoruz. Tüm bu yaşananlardan sonra bedel ödettirilmeye çalışan hükümet olsa da aslında kaybeden top yekun ülke oluyor.

[email protected]

YAZIYI PAYLAŞ!

YAZARIN SON 5 YAZISI
14Oca

HIZLI TREN

15Ara

BU YÜREĞİ ANLAMAK'

04Ara

'MORALİNİZ BOZUK'

27Kas

HEP BİRLİKTE KALKINMA

10Kas

HİZMETTE 7 AY