Mehmet Karaaslan

BU YÜREĞİ ANLAMAK'

Mehmet Karaaslan

Bu yüreği anlamak yürek ister. Onun hassasiyetlerini önemsemek ve her şeyden önde tutmak vicdan ister, merhamet ister.  Bu yüreği anlamak ve anlamlandırmak karşılıksız ve menfaatsiz sırf mazlum ve mağdur diye onun acısını yüreğinde hissetmek ister. Bu yürek dünya mazlumlarının yanında olduğu için kürsel ağababaların öfkesini ve gazabını göze almayı onur sayan bir babayiğitlik ister.

 Bu yüreği elbette yüreksizler, ödlekler, günübirlik çıkarlar ve basit beklentiler içinde olan zavallılar anlayamaz. Bu yüreği dünyanın değişen dengelerinde Türkiye’nin rolünü “Suriye’den gelenlere niçin yardım edip paramızı ziyan ediyorsunuz” sığlığına ve duyarsızlığına boğulanlar hiç anlayamaz.

Bu yüreği, halktan aldığı milli irade yetkisinin hakkını verip demokrasi dışı güçleri büyük bir dirayetle karşı koyan,  gâh ağaç gâh Kobani’yi bahane edip sokakları kan gölü haline getirenlere gül uzatan zihniyetler anlayamaz. 

Bu yüreği, devlet içinde devlet kurup kendi çıkarlarına ters düştüğü an kendi ülkesini satmayı düşünen deniler, hainler ve ajanların uşakları anlayamaz. Onların kalibreleri yetmez devletin âli, milletin hükümran olmasının heybetine.

Bu yürek, şefkat ve merhamet ülkesinin yük yüklenmiş, kelle koltukta sorumluluk üstlenmiş, ümmetin sorunlarını kendi sorunu bilmiş, ülkenin önüne takoz olan güçlerle mücadeleyi kutsal bir vazife bilmişlerin asil yüreğidir. Ve bu yürek bütünüyle vicdanın sesi, bütünüyle hakkı savunmanın ve haklı gücü ve tümüyle Anadolu’dur…

Hükümet etmek budur, halktan aldığı emanetin en güzel bir şekilde sorumluluğunu yerine getirmek budur. Tam 13 yıldan beri hizmetin en güzeliyle tanışıyoruz.  Bunların güzelliği ile hayatımızı daha yaşanabilir hale getiriyoruz. Bazıları inatla küçümse de her alanda büyük bir değişim yaşıyor ülkemizin insanı.

Geçmiş yıllarda özendiğimiz ve öykündüğümüz batı, şimdilerde sağlık alanında bizim modelimizi örnek alıyor. Her türlü engellemelere rağmen ekonomimizin nasıl bu denli büyüdüğünün sırrını araştırıyor.

Dünyanın neresinde bir acı hissetse oraya insani yardım taşıyan, yurtlarından kaçan komşu ülkemizin insanlarına bir ensar edasıyla kapılarını açan ve onların pişen aşı, yanan sobası, bağrına basan, himaye eden, şefkat ve merhametle muamele eden bir Türkiye var artık. Ve nasıl oluyor da onların ifadesiyle bu kadar israfa ve harcamalara rağmen maddi olarak gücüne güç kattığına hayret edilen bir Türkiye var.  Bu duruma materyalist bir gözle anlam veremeyen çevrelerin bilmediği bir hakikat var. “Bereket”.  Bu kavramın batı literatüründe karşılığı yok, anlamına yakın duracak herhangi bir kelime de yok.

Batılı düşüncenin, sınırı ve miktarı belli bir nesnenin ya da maddiyatın durduğu yerde artabileceğine dair bir düşüncesi ve inancı yok. Miktarı sabit olan maaşının bereket kavramıyla artacağı düşüncesi onlar için çok da bir değer ifade etmiyor hatta hayalcilik olarak telaki ediliyor.

İşte Türkiye, son yıllarda büyüyen ekonomisini, artan ihracatını ve sürekli itibar kazanan dış ticaretini mağdur insanlara ulaştırdığı yardımın manevi karşılığı olan bu bereket kavramına borçlu. Veren elin alan elden güçlü olduğu, yapılan bir yardımın geride kalan malı ve zenginliği daha ada artıracağı ilahi mesajı burada kendini gösteriyor.

Bu gerçeği anlayamayan, hadiste de ifade edildiği gibi doğudaki bir kardeşinin ayağına batan dikenin acısını batıda hissetmeyen biri için taşıdığı yürek sinede sadece bir yüktür. 

Yazarın Diğer Yazıları