Mehmet Karaaslan

Eski Türkiye Eskide Kaldı

Mehmet Karaaslan

Son birkaç yıl içerisinde yaşananlar da gösteriyor ki eski Türkiye’den eser yok artık. Vesayetçilerin boruları ötmüyor. Kendini bu ülkenin gerçek sahibi olduğuna inandıran ve bu rahatlıkla siyasete ve ülkeye nizamat vermeye kalkan seçkinler de gözükmüyor ortalıkta.

MGK toplantısında ülkenin başbakanına omuz vurup elindeki dosyaları düşüren apoletliler, her fırsatta seçilmiş başbakan,  milletvekili ve belediye başkanlarına laf sokan, hakir gören, dönemin İçişleri Bakanını kazığa oturtmakla tehdit edenler de yüzünü saklar, toplumdan kaçar gibiler bugünlerde.

Tüm bunlar eski Türkiye’de yaşanan vaka-i  adiyeden sayılabilecek türden olaylardı. Ama yeni Türkiye’de herkes kendi konumunu, kendi sorumluluk alanını ve nereye kadar yetkili olduğunu biliyor. Roller karıştırılmıyor. Her kurum sadece kendi alanında ve yasaların kendine verdiği yetki ve sorumluluk kadar konuşuyor ya da konuşmadan kendi işine gücüne bakıyor.

Geçmişin, siyasete, ticarete, bürokrasiye emreden anlı şanlı, dokunulmaz, hesap sorulamaz layüselleri bir kenara çekilmişlerse de bu durumu hazmedemeyen ve çoğunlukla da belirli kesimlerin dolduruşuna gelip tetikçilik yapan ve alsak yaşamış bazı sürüngenler de hem halktan hem de yürütmenin başı olan ricalden gerekli cevabı ve dersi almakta gecikmediler.

Geçtiğimiz günlerde; vesayetçilerin, milli iradenin hükümranlığını çekemeyen hazımsızların, eski Türkiye özlemcilerinin etkisiyle ve büyük oranda da olası cumhurbaşkanlığı senaryolarda kendine rol biçilme vaadine kapılmış Anayasa Mahkemesi Başkanımız Haşim Kılıç’ın,  alternatif çatı adaylığına selam çakar nitelikteki konuşmasının yankıları kulaklardan hala silinmemişken hafta sonu bu zincire bir başka isim daha eklenmiş oldu.

Barolar Birliği’nin heyecanlı, hukukçu kimliğinden öte soy isminin kendime yüklediği (!) darbeci gelenek temsilciliğinin cüretkârlılığı ve çığırtkanlığıyla, devlet ricalinin gözünün içine bakarak, yüzünde pişkin bir tavır ve üslupla muhalefet liderliği rolünü çalamaya kalkmıştı.

Vesayetçi ve darbeci geleneğin şımartılmış avukatı, aslında iki role oynamış ancak heveslendiği iki mevki de yüzüne tokat gibi patlamıştı. Münevver Karabulut cinayetinde, cani Garipoğlu ailesinin bir milyon dolarlık avukatı Metin Feyzioğlu bir taşla iki kuş vurmak istemiş, yakın planda çatının ortak cumhurbaşkanı adaylığını garantilemeyi hayal etmiş, bu hayal tutmaz ise bu cesur(!) çıkışını CHP’de Kılıçdaroğlu’nun yerine geçme yönünde bir hamleye evirme uyanıklığına yelken açmıştı.

Konuşmasında hukuk normları ve yargının aksayan yönlerine dikkat çekmek yerine güncel siyasi gelişmelere girmiş, bununla da yetinmeyerek Gezi, 17 Aralık ve Van depremi ardından hükümetin güya yetersiz kalışına kadar geniş bir yelpazede kendi cüppesini kirleyecek kadar muhalefet ağzıyla kin ve nefretini kazanmıştı.

Bu şova ilk tepki anında dik duruşlu başbakan Erdoğan’dan gelmiş, ardından CHP lideri Kılıçdaroğlu da konuşmayı yersiz ve gereksiz bulmuştu.  Kısaca ucuz artistlik, güçlü iradeye çarpmış ve felç bir halde yerlere yuvarlanmıştı.

Ergenekon, parti kapatma davaları,  Balyoz darbe planı, 17 Aralık süreci, Haşim Kılıç ve en son Metin Feyzioğlu olaylarından sonra siyasilerin öncelikle de muhalefete demir atmış siyasilerin çıkarması gereken sonuç şudur: Her konuda halka ve milli iradeye yaslananlar kazanan taraf, zinde ve vesayetçi güçlere sırtını yaslayanlar ise kaybeden taraf olacaktır.

Yazarın Diğer Yazıları