Mehmet Karaaslan

Kutlu Doğum ve Samimiyet

Mehmet Karaaslan

Her yıl nisan ayının 14–20 günleri arasında farklı bir heyecan ve duygu kaplar gönülleri. Zira cahiliye devrinin karanlık ve vahşetlerine,  kâinat ufkundan bir güneş gibi doğan yüce Peygamberiz Hz. Muhammed’in dünyayı şereflendirdiği günlerin yıldönümüdür bu günler.  Tarihin seyriyle birlikte hayatın akışını da değiştiren bu eşsiz olay, dünyayı yerinden sarsan değişim ve devrimlerin en etkilisi, en büyüğü ve kıyamete kadar sürecek bir tesire sahip olanıydı.

Hayatın gayesi, yaratılışın manası silinmiş, yok olmuştu. Her şey anlamsız başıboşluk ve hüzün örtülerine bürünmüştü. Kararan ve katılaşan ruhlar bir çıkış bekliyordu. Hiçbir ahlaki, vicdani ve insani değerin karşılık bulmadığı, haksızlığın ve hadsizliğin tavan yaptığı günlerdi. Ruhlar bir şey bekliyor, güçlü bir nurun, zulmet perdesini yırtmasını içten içe hissediyordu.

İlk insan Âdem Peygamberden bu güne milyonlarca doğumun neşesi ve müjdesi yankılandı dünya üzerinde.  Kimi, odaların dört duvarı arasında kaybolup gitti, kimi Kisra saraylarının dev burçlarını aştı. Doğan kim olursa olsun, nihayetinde müjdelenen de mayasına ölüm zerk edilen de insandı. Hayata büyük bir ümitle gözlerini açanlar 70-80 ya da en fazla 100 yıl yaşadıktan sonra ölüm salaları minarelerden boşluklara okundu.

Fakat Mekke'deki bir doğum, takvimleri ve coğrafyaları hükümsüz bıraktı. İlahî mesajı tüm insanlığa ulaştırmakla görevlendirilen son peygamber Hz. Muhammed (sav)'in kutsal kitaplarda müjdelenen doğumu bütün kâinatta yankılandı. Dünyadaki hiçbir doğum O'nunkine benzemedi. 571–632 arasına sığdırılan insani bir hayat, ilahî bir dokunuşla bütün insanlığın hayat modeli oldu.

Bu kutlu doğumun yankısı, kıyamete kadar sürecek “Kutlu Doğum Etkinlikleri”  ile inananların kalbinde peygamberi yolun izinde yürümeye bir ahit vesilesi kılınarak tekrar tekrar yaşanacaktı. O'nu anmak, O'nu anlatmak, bilmeyenlere O'nu tanıtmak için her yıl yeni halkalar oluşturmakta.

Bu halkalar son yıllarda farklı bir boyutta yaşanmaya ve yaşatılmaya başlandı. Diyanet İşleri Başkanlığı, her yıl kendini yenileyen ve daha çok kitleler ulaşmayı hedefleyen bir dizi etkinlikler düzenliyor. Bu yıl tema olarak seçilen “samimiyet” konusu da oldukça manidar. Samimiyetini kaybeden hiçbir ideal ve dava sonuca ulaşamaz. Samimiyeti ve doğallığı önceleyen bir yaklaşım ancak mutlu eder herkesi. Görünürdeki söylem ve eylemleri iyiye ve güzele doğru bir çırpınız gözükse de samimi olarak bu çalışmalarının kime hizmet ettiğini bilmeli insan. Duruşu ve tavrı ile kimin değirmenine su taşıdığı, kimin karanlık emellerine hizmet ettiğini ferasetiyle hissetmeli fert.

Ulvi gayelere hizmet ettiğini, tek gayesinin insanlığa ve İslam’a hizmet ettiğini dışa yansıtıp derununda farklı kirli emellerin taşeronluğunu yapmak ve bu konuda ısrarı olmakla asla bağdaşmaz samimiyet. Yapacağımız her hareket, atacağımız her adımın sonuçları itibarıyla da değerlendirilmeli ve sorgulanmalıdır.  Hele İslam ekseninde, hizmet dairesinde ortaya çıkan oluşumların buna daha bir dikkat etmeli, kimlerin safında yer aldığını değerlendirmeli ve öylece kendine rota çizmelidir.

İslam dünyası zaten çok yaralı. Coğrafyamız kan gölü. Komşularımızdan öte topraklarda da Müslüman kanı akıyor. İslam âleminin tek umudu ve belki de tek umudu Türkiye. Türkiye’nin bölgesinde ve dünyada saygınlığı bu açıdan da çok önemli. Mazlumların ve mağdurların gözünü çevirip bir ışık beklediği Türkiye’yi ve ülkenin itibarını tartışmaya açmak, buna zemin ve ortam hazırlamak Müslüman samimiyetiyle bağdaşmaz. Osmanlı bakiyesi olan Türkiye, tarihten getirdiği bu sorumlulukla olan bitenlere kayıtsız kalmıyor ve kalamayacak da. İşte bu duyarlılığı ve gayretleri suçüstü yapıp ülkeyi dünya kamuoyu önünde küçük düşürmeye çalışmak da be insanlıkla ne de İslamla bağdaşmaz.

Hiç kimsenin hele ülkeyi sevdiği iddiasıyla çalışma yapan kesimlerin başını kuma gömme gibi bir lüksü olmamalı. Türkiye’yi “büyük devlet” olma sorumluğuyla yaptığı hamleleri ifşa etmek ve bunu bir zafiyet gibi göstermek bugün olduğu gibi gelecekte de hoş da anımsanmayacak bir duruş olacaktır. Bu yüzden diyoruz ki önce samimiyet, önce samimiyet...

Yazarın Diğer Yazıları