TÜM YAZILARI SON GÜNCELLEME: 12 Şubat 2018 00:00
Türk milletinin, tarihte yüzlerce örnek lideri vardır. Ancak tarihte en fazla tartışılan lider, bir imparatorluğu 33yıl idare eden ve yıkılmasını geciktiren II. Abdülhamid Han´dır.
Abdulhamit Han ;Osmanlı İmparatorluğu´nun 34. padişahı ,113. İslam halifesi ve Sultan Abdülmecid´in oğludur. 22 Eylül 1842 yılında hayata gözlerini açan Padişah , 10 Şubat 1918 senesinde ise vefat etmiştir.
Henüz 10 yaşındayken, annesinin ölümüyle beraber II. Abdülhamid´in bakımı Sultan Abdülmecid´in diğer eşi Piristû Kadın Efendi tarafından üstlenilmiştir. Hiç çocuğu olmayan Piristû Kadın Efendi, II. Abdülhamid´i kendi çocuğu gibi büyüttü. II. Abdülhamid´in babasının ölümünden sonra ise tahta çıkan amcası Abdülaziz, kendisiyle diğer çocuklarında olduğu gibi yakından ilgilendi.
31 Ağustos 1876 yılında padişah ilan edilen II. Abdülhamid, bunun öncesinde amcasının tahtan indirilişine ve ağabeyi V. Murat´ın Çırağan Sarayı´na hapsedilmesine tanık olmuştur. 23 Aralık 1876 yılında, ilk Osmanlı anayasası olan Kanun-ı Esasî´yi ilan eden II. Abdülhamid, uzun yıllar Osmanlı İmparatorluğu´nun başında kalmıştır.
O; Osmanlı sultanları içinde şüphesiz ki en çok tartışılan ve hakkında en çok araştırmalar yapılıp makaleler kaleme alınan bir zattır. Tartışmalar onun şahsiyeti ve bilhassa hükümrân olduğu zaman diliminde meydana gelen son derece önemli bazı hadiseler etrafında yoğunlaşmıştır. Onun dönemi; Sanayi Devrimi ile birlikte yükselen Batı teknolojisi ve medeniyeti karşısında, ömrünün son günlerini yaşayan Osmanlı İmparatorluğu´nun ayakta kalma mücadelesi verdiği, bu amaçla çeşitli fikir akımlarının üretildiği, yine bu akımların birbirleri ile kıyasıya mücadele ettiği, oldukça sıkıntılı ve bunalımlı günler olmuştur.
Bugün, Sultan II. Abdülhamid´in şahsı ile ilgili ithamlar veya onu savunma adına girişilen mücadeleler önemsiz bulunabilir. Ancak 33 yıllık muazzam bir tarih dilimini kapsayan ve siyasî entrikalarla beraber Batılı fikir akımlarının hız kazandığı, buna karşılık Pan-Türkizm ve Pan-İslâmizm tezlerinin boy gösterdiği, Batılı devletlerin siyasî ve psikolojik baskılarının doruk noktasına ulaştığı bir dönemi dikkate almamak mümkün değildir. İşte bu sebeple, yakın dönem tarihimizin önemli nirengi noktalarından biri olan Sultan II.Abdülhamid Han ve devri, oldukça büyük bir önem arz etmektedir.
O, 19. yüzyıl sonları ile 20.yüzyıl başlarında dünyanın, hakkında en çok konuştuğu şahsiyetlerinden biri olmuştur. Onun, son padişahlardan en büyük farkı¸ bizzat yöneten, bir düşüncenin sembolü olan ve topluma umut verebilen bir kişiliğe sahip olmasıdır.
Bu hâliyle II. Abdülhamid Han, gerçekten son yüzyıllarda Osmanlı toplumu nazarında, kalıplaşmış klasik bir padişah modeli değildir. Zıtlıklar yumağı manzarası arz eden, fakat bildiği yolda ısrarla yürüyen şuurlu bir kişiliğe sahiptir.
Dahi bir devlet adamı olan II. Abdülhamid, saraydaki memuriyetlere tayin edilecek zatları bizzat kendisi imtihan ederek seçerdi. Yaşam tarzını ahlâk ve tabiatlarını inceden inceye araştırırdı. Yıldızda müstahdem memurların fotoğraflarından oluşan geniş bir koleksiyonu da vardı.
Alacağı memurların görünüşlerine bakmaz, şahsî liyâkâti ve gayreti olanlar daha çabuk itimadına mazhar olurlardı. O, hangi meslekten olursa olsun ehliyet ve dirayet sahibi olanları gözünden kaçırmazdı. Saraydaki çalışanları arasında fakir aile evlâdından pek çok kimse vardı. Öyle ki bunlar, bulundukları makama yalnızca mektepten birinci olarak mezun olmak sayesinde seçilmişlerdi.
Çünkü o, okullardan en iyi derece ile mezun olanları kendi kadrosuna alırdı. Mabeyncilerin (saray üst düzey memurları) büyük bir kısmı resmî devlet mekteplerinden en iyi derece ile mezun olmuş gençlerdi. Bunlar aynı zamanda birkaç yabancı lisanı mükemmel bir şekilde konuşur ve yazarlardı.
Abdülhamid;Memleket için zararlı fikir ve düşünceleri temizlemek, cahil kalmış halkın cehaletten kurtulmasını temin etmek, Batının ilim ve teknolojisini alırken Batının değerlerinden halkını uzak tutarak İslamiyet´in sağlam temelleri üzerine Osmanlı Devleti´ni eski ihtişamına kavuşturmayı amaç edinmiştir. Devlet ve hükümet bünyesine, yetişmiş, bilgili, millî ve manevî değerlerine bağlı sadık yöneticiler yetiştirerek tayin etmek, kurtuluşun ancak İslâm dinini tam ve doğru yaşamakta olduğunun gerçeğini halkın öğrenmesini temin etmektir.
II. Abdülhamid Han Hazretleri, olayı kavramış ve devlet kademesindeki yöneticilere şöyle dert yanmıştır;
"Dünyada yalnızız. Düşman vardır, fakat dost yoktur. Sâlib her zaman müttefik bulabilmekte fakat hilâl her zaman yalnız kalmaktadır. Osmanlı Devleti´nden menfaat bekleyenler ona dost görünmekte, fakat umduğunu bulamadığı zaman hemen düşman kesilmektedir..."
Bu noktada II. Abdülhamid´in devlet yönetimine ait şu enfes fikirlerini belirtmekte büyük fayda görüyoruz. O diyor ki;
“Osmanlı tarihini anlayanlar bilirler ki, bu devlet kuvvete dayanarak değil adalete dayanarak kurulmuştur. Eğer Osmanlı orduları gittikleri yere adalet yerine zulüm götürselerdi, bu imparatorluk kurulmadan çekirdek hâlindeyken parçalanırdı. Adalet meşrûiyetin temelidir. Meşrûiyet, hükmetmenin mesnedidir. Kuvvet meşrûiyetin müeyyidesidir. Bu hâlde kuvvet meşrûiyete, hükmetme adalete dayanmak zorundadır. Her kim ki adaletsiz hükmetmeye, meşrûiyetsiz kuvvet kullanmaya kalkarsa yıkılır. Ordu, gayesi içinde elindeki kuvveti kullanırsa meşru, gayesi dışına kayarsa gayr-i meşrudur. Belki bazı şeyleri yakar, yıkar ama sonunda kendisi de yıkılır. Ve maalesef bu enkazın altında bir devlet de çöker.”
Siyasi dehası ile bilinen Alman İmparatoru Bismark´ın, Sultan II.Abdülhamid Han´ın politikalarını değerlendirmesi ilginçtir. "Ben politikayı Abdülhamid´den öğrendim." ve "Dünyada 100 gram akıl varsa bunun 5 gramı bende, 5 gramı diğerlerinde ve kalan 90 gramı ise II.Abdülhamid´dedir." şeklindeki hayranlık dolu ifadeleri de bizim için oldukça önemlidir.
Evet “Hans anladı da Hasan anlamadı” diye bir söz vardır halkımız arasında tam da Abdulhamid Han Hazretlerini anlatan…
O, maalesef kendi döneminde anlaşılamadı, yalnız yaşadı, yalnız öldü.
Kökü batıdan beslenen, toplumun özdeğerlerinden uzak, uzak olmak bir yana kendi değerlerinden utanan köksüz aydınlarımız bir yana Mehmet Akif´den Bedizzüman´a, Eşref Edip´ten Feylezof Rızaya devrinin bir çok ilim adamı da maalesef hakkındaki yoğun dezenformasyonlara inanıp, O´nun karşısında yer aldı.
Hatta Akif İstibdat isimli şiirinde Halife-i Müslimine diyor ki:
“Düşürdün milletin en kahraman evladını ye´se,
Ne mel´unsun ki rahmetler okuttun ruh-i İblis´e.
Maalesef Abdulhamid Han´dan Adnan Menderes´e Erbakan´dan, Özal´a ve günümüze kadar bu kader değişmedi.
Kendi öz değerlerine yaslanarak politika üretmeye çalışan tüm liderler hep aynı kaderi yaşadı.
Bugünde maalesef aynı şeyleri yaşıyoruz.
Hala bazı kesimler O´nu anlamamakta, O´na Türkiye Düşmanlarının ağzı ile hitap etmeye devam etmektedir.
Öyleki, halen Anadolu Üniversitesi Açık Öğretim Fakültesi Kamu Yönetimi Bölümü´nde ders olarak okutulan “Türk İdare Tarihi” dersinde bile milyonlarca insana hala Abdulhamid düşmanlığı aşılanmaktadır.
Abdülhamid´i bugün yeniden gündeme getirmek işte bu yüzden önemlidir elzemdir. Çünkü, Bugünü yaşarken, tarihin aynasına bakarsak bugünü de daha iyi anlayabiliriz sanırım.
Eğer Abdulhamid ve çağını doğru okuyabilirsek, bugün yaşananları da doğru okuyabiliriz.
Onun için Abdulhamid Han Hazretlerini tarihteki doğru yerine oturtmalıyız.
Üstad´ın ifade ettiği gibi,
Bize kalan aziz bir borç asırlık zamandan
Tarihi temizlemek sahte kahramanlardan”
Gün haklıya hakkını vermek, herkesi tarihte olduğu yere oturtmak günüdür.
Onlar tarihe mal olmuş şahsiyetlerdir bu onlar açısından bir fayda sağlamayacaktır belki ama, yarını daha sağlam temeller üzerine oturmak noktasında bizlere önemli faydalar sağlayacaktır.Evet Abdulhamid Han Hazretleri bırakın düşmanlarını kendisine en dost olması gerekenlerin bile düşmanlık ettikleri şartlarda uyguladığı dahiyane politikalarla imparatorluğu 33 yıl daha ayakta tutmayı başarabildi.
Bugün Sn Cumhurbaşkanımız Recep Tayyip Erdoğan Beyin geçmişine önem vererek unutulan tarihi vakaları tekrar gündeme getirmesi ve hatırlatmalarda bulunması çok önemsenmesi gereken bir durumdur.TRT de oynan Abdulhamit ,Diriliş Ertuğrul ,Kutul Amare dizileri bu Milletin gerçekleri görmesinde önemli çalışmalardır.Artık bu Millet gerçeklerle yüzleşiyor, gerçekleri görüyor ne mutlu bizlere.Bu vesile ile Sn Cumhurbaşkanımız Recep Tayyip Erdoğan Beye teşekkürlerimizi sunuyoruz.
Bu arada bu dönemde gerçekleştirilen bazı projeleride buradan hatırlatmak isterim;
- İlk kız okulları II. Abdülhamid döneminde açılmıştır.
- Tahta çıktığı sene 250 olan rüştiye sayısı 1909´da 900´e, 6 olan idadi sayısı 109´a çıkarmıştır.
- 1877 senesinde İstanbul´da bulunan modern ilkokul 1905 senesine gelindiğinde 9 bine ulaşmıştır.
- II. Abdülhamid, Abdüllatif Suphi Paşa´nın ilk defa bir kız sanat okulu açma projesine açıkça destek vermiştir.
- Sirkeci ve Haydarpaşa garları II. Abdülhamid döneminde yapılmıştır.
- Hicaz Demiryolu II. Abdülhamid döneminde yapılmıştır. Bu projeyle alakalı yapılan her şey yerli girişim ile olmuştur.
- 1877 yılında Posta Telgraf Teşkilatı bir bakanlık haline getirildi ve 1900 senesinde PTT´de ilk defa bir ‘havale kalemi´ devreye girmiştir.
- 1901 senesinde Şehir Postaları kurulmuştur.
- 1876 senesinde Avrupa´da kullanılmaya başlanan telefon, 1881 senesinde Türkiye´ye getirilmiş ve sınırlı sayıda olsa da kullanıma sunulmuştur.
- 1899 senesinde günümüzde hala faaliyette olan Şişli Etfal Hastanesi II. Abdülhamid tarafından kurulmuştur.
- II. Abdülhamid 25 Mart 1906 tarihli fermanı ile Okmeydanı´nda bulunan Darülaceze´nin kurulmasını sağlamıştır.
Bu kadar proje gerçekleştirilmesine rağmen Osmanlı´nın son dönemlerindeki yapısına, içinde bulunduğu bunalımlara ve hele hele yabancı büyük güçlerin Osmanlı üzerine uyguladığı baskılara bakılınca, II.Abdülhamid idaresinden, imparatorluğun çözülmesine tamamen engel olunamadı.Zaten bunun olmazınıda beklemek haksızlık ve tabiata aykırı olsa gerektir. Zira imparatorluğun dağılma ve çözülmesinde şahısların ve devlet adamlarının ortaya koyacakları tesir, ancak bu süreci yavaşlatabilir ya da hızlandırabilir. Artık devlet bünyesi itibariyle ıslahı zor bir hâle bürünmüş, idarî mekanizması içten çürümüş, bozulmuş, çöküp gitmeye hazır bir durumdadır. Geçen yıllar içinde imparatorluk ağır toprak kayıplarıyla parçalanmıştır. O, işte böyle bir dönemde, her şeye rağmen içte ve dışta takdire şayan bir politika anlayışı sergileyerek düşmanını telaşa ve korkuya boğarken, milletine de ümit, heyecan ve cesaret vererek şanlı tarihimizin sayfalarına adını yazdırmıştır.
II.Abdülhamid Han´ın, 32 yıl 7 ay ve 27 gün süren saltanatının ardından 27 Nisan 1909´da birtakım düzmece bahaneler ve iftiralarla tahttan indirildiği zaman 66 yaşını 7 ay 7 gün geçiyordu. Tahttan indirildikten sonra, kendisi ve ailesi hazin bir yolculuk hikâyesi ile Selanik´e sürgüne gönderilmiş, burada bir Yahudi zenginine ait olan Alatini Köşkü´nde 3.5 yıl hapis hayatı yaşamıştır. 1913 yılında başlayan Balkan Savaşları sırasında Selanik´in tehlikeye düşmesi üzerine, buradan ayrılmamakta ısrar etmesine rağmen, zorla ikna edilerek ailesi ile birlikte İstanbul´a getirilmiştir.
İstanbul´daki hayatını da Beylerbeyi Sarayı´nda gözaltında yaşayarak geçiren çileli padişah, bu sıralarda patlak veren 1. Dünya Savaşı´nı buradan izledi. Daha silâhların ilk patladığı günlerde savaşın çok uzun süreceğini, boşu boşuna pek çok masum insanın kanının döküleceğini ve zor da olsa İngiltere tarafının savaşı er geç kazanacağını söyledi. Osmanlı Devleti´nin savaşa girmemeyi başarabilmesi için dua etti. Ama bir yandan da büyük devletlerin ne yapıp yapıp Osmanlıları savaşın içine çekeceklerini belirtti. Osmanlı Devleti savaşa Almanya tarafında girince, endişeleri son derece arttı. Savaşın Osmanlı Devleti ve İslâm âlemi için felâketle biteceğini düşündü. Mahzun ve çileli hükümdar, bu sonucun iyice yaklaştığı bir tarihte, yaşlanmasına rağmen yılmadan kucakladığı devletin hazin sonunu görüp üzüntü ve keder içinde 10 Şubat 1918 tarihinde 76 yaşında vefat etti. "Evlâtlarım" diye hitap ettiği ve canından çok sevdiği milletinin Fatihalarını beklediği kabri ise bugün İstanbul Çemberlitaş´ta bulunan II.Mahmud Türbesi içindedir. Devlet-i Ali Osmaniyeyi dimdik ayakta tutan bu büyük devlet adamının 100. yıldönümünde rahmet minnet ve şükranla anıyor, ruhu şâd olsun diyor yazımı hayatta iken kendisine en büyük muhalefeti yapanlardan biri olan Feylesof Rıza´nın pişmanlığını ifade ettiği “Sultan Abdülhamid´in ruhaniyetinden "istimdat” şiiriyle tamamlamak istiyorum;
Nerdesin şevketlim, Sultan Hamid Han?
Feryâdım varır mı bârigâhına?
Ölüm uykusundan bir lâhza uyan,
Şu nankörün bak günâhına.
Târihler ismini andığı zaman,
Sana hak verecek, ey koca Sultan;
Bizdik utanmadan iftira atan,
Asrın en siyâsî Padişâhına.
´Pâdişah hem zâlim, hem deli´ dedik,
İhtilâle kıyam etmeli dedik;
Şeytan ne dediyse, biz ´beli´ dedik;
Çalıştık fitnenin intibahına.
Dîvâne sen değil, meğer bizmişiz,
Bir çürük ipliğe hülyâ dizmişiz.
Sade deli değil, edepsizmişiz.
Tükürdük atalar kıblegâhına.
Sonra cinsi bozuk, ahlâkı fena,
Bir sürü türedi, girdi meydana.
Nerden çıktı bunca veled-i zinâ?
Yuh olsun bunların ham ervâhına!
Bunlar halkı didik didik ettiler,
Katliâma kadar sürüp gittiler.
Saçak öpmeyenler, secde ettiler. Ö. Tükürün onların pis külâhına.
Haddi yok, açlıkla derde girenin,
Sehpâ-yı kazâya boyun verenin.
Lânetle anılan cebâbirenin
Bu, rahmet okuttu en küstâhına.
Çok kişiye şimdi vatan mezardır,
Herkesin belâdan nasîbi vardır,
Selâmetle eren pek bahtiyardır,
Harab büldânın şen sabahına.
Milliyet dâvâsı fıska büründü,
Ridâ-yı diyânet yerde süründü,
Türkün ruhu zorla âsi göründü,
Hem Peygamberine, hem Allâh´ına.
Lâkin sen sultânım gavs-ı ekbersin
Âhiretten bile himmet eylersin,
Çok çekti şu millet murada ersin
Şefâat kıl şâhım mededhâhına.