DÜŞÜNCE, SÖYLEM VE EYLEMLERİMİZ TUTARLI MI?
Habib KARAÇORLU
Yaşadığımız çağın ruhsal hastalıklarından birisi de şüphesiz insanların birçoğunda görülen düşünce kayması ve buna bağlı olarak söylem ve eylemlerde görülen tutarsızlıklardır. Bilimsel araştırmalar her dört insandan birinin ruhsal ve davranışsal sorunlar yaşadığını ortaya koyuyor. Depresyon, anksiyete bozukluğu ve panikatak başta olmak üzere birçok psikolojik rahatsızlığın kaynağı olarak zihinsel ve ruhsal yönden iç âlemde yaşanan çatışma ve fırtınalar gösterilmektedir. İç âlemde var olan çatışma ve fırtınalar sonradan söz ve davranışlara yansımak suretiyle hem ruhsal hem de bedensel yönden çeşitli hasarlara sebep olmaktadır. Düşüncelerdeki belirsizlik ve tutarsızlıklar söylemlere yansımak suretiyle eyleme de dönüştüğünde ortaya psikolojik rahatsızlık ya da hastalık denilen anormal davranışlar çıkıyor. Bu davranışların tedavi edilmesi için önce psikologlara, olmazsa sonra psikiyatri uzmanlarına müracaat ediliyor ve hasta ilaç bombardımanıyla sakinleştirilmeye çalışılıyor.
Son iki asırda Batıdan esen materyalist düşünce fırtınalarının etkisiyle ilahi atmosferden iyice uzaklaşan insanlık âleminin büyük bir bölümü kafayı üşüterek çeşitli hastalıklarla mücadele etmeye devam etmektedir. Reform ve Rönesans hareketleriyle Hıristiyanlığa baş kaldıran Batılı bilim adamları ve düşünürler 1789 Fransız İhtilalıyla birlikte iyice dini köşeye sıkıştırarak sosyal hayattan ve halk idaresinden uzaklaştırdılar. Dinin yerine kendi düşünce ve tezlerini yerleştiren bu zevat “Maddecilik” dinini icat ettiler, böylece maneviyattan ve Yüce Allah’tan uzaklaşan Batı medeniyeti elde ettiği icat ve teknolojiyle iyice şımararak Yaradanına meydana okumaya başladı. Bu meydan okuyuşlarda Firavun ve Nemrud gibi hadlerini iyice aştılar ve aynı onlar gibi kötü akıbetleri yaşadılar. Bu kötü akıbete verilecek en güzel örneklerden biri, bundan tam 109 yıl önce 15 Nisan 1912 tarihinde İngiltere’den Amerika’ya gitmek için yola çıkan Titanik isimli yolcu gemisinin Atlas Okyanusunda batışıdır. Döneminin en büyük buharlı yolcu vapuru olarak 269 metre uzunluğunda ve 52bin ton ağırlında yüzen bir saray olarak çelikten inşa edilen devasa gemi için İngiltere basını: “Tanri bile batıramaz “ demişti. Ancak ilahlaştırılan bu gemi yolculuğunun üçüncü gününde bir buz dağına çarparak kurtulamayan 1.514 yolcusuyla birlikte okyanusun dibini boylamıştı. Bu felaketten hiçbir ders çıkaramayan “Asi Batı” elindeki bilgi ve teknolojiyle korkunç silahlar imal ederek Birinci ve İkinci Dünya savaşlarında milyonlarca insanın ölümüne neden olmuş ve binlerce şehri yakıp yıkmıştı. Bilgi ve teknolojiyi putlaştıran Materyalist Batı bu iki felaketten de ders çıkaramadı ve Yaradanına meydan okumaya devam etti. Özgürlük, bağımsızlık, insan hakları ve demokrasi gibi kavramları adeta dinin yerine yerleştiren Batı Medeniyeti böylece insanı Tanrılaştırmış ve helake götüren yollara sokmuştur. Nikâhsız veya eşcinsel evlilikler, alkol ve uyuşturucu kullanımının yaygınlaşması ve kadının “ekonomik özgürlük” adı altında iş hayatında köleleştirilmesi aile kurumunu derinden sarsmış, tüm sosyal dengeleri bozmuş ve nüfus artışını durdurarak azalmasına neden olmuş, sonuçta kaybolan beyin ve işgücü dışarıdan gelen göçlerle kapatılabilmiştir. Aile kurumunun zayıflatılması ve sosyal yapının bozulmasının bir sonucu olarak bir yılı aşkın bir zamandan beri tüm dünyada görülen Korona virüs salgınında en büyük insan zayiatı Batılı ülkelerde görülmüştür. Tüm dünyada Korona salgınından kaynaklanan 3 miyar civarındaki ölüm vakasının 2,4 milyarı Avrupa ve Amerika kıtasındaki ülkelerde gerçekleşmiştir. Çünkü Batıda yerleşmiş olan “bireysel hayat tercihi” toplumdaki yardımlaşma ve dayanışmayı bitirme noktasına getirmiştir.
Zevali başlamış olan Batı Medeniyetinin yeryüzündeki tek alternatifi elbette İslam’dır. Ancak, bugün Batının bilgi ve teknolojisi karşısında olması gereken dengeyi kuramayan İslam âlemi de son üç asırda yaşadığı yenilgiler nedeniyle düşünce ve inanç alanında savrulmalar yaşamıştır. Batıya olan hayranlık ve bağımlılık sonucunda vasıflı insanları da dâhil olmak üzere elindeki kaynaklarının önemli bir bölümü Batı tarafından sömürülen İslam âlemi sahip olduğu “İslam nimeti”nin kıymetini tam olarak idrak edememiş ve değerlendirememiştir. Çünkü günümüz Müslümanlarının büyük bir çoğunluğunun zihnini geçim meselesi işgal ederken, maddi durumu iyi olan azınlık kesim ise hayat konforunu yükseltmenin plan ve hedefleriyle zamanını geçirmektedir. İslam âleminin eğitim kodlarını kendi çıkarları doğrultusunda düzenleyen Batı, okumayan, düşünemeyen, araştırmayan, eleştiremeyen ve her yönden zayıf düşürülmüş bir insan modeli oluşturmayı hedeflemiş ve bunda da önemli oranda başarılı olmuştur. Kulluk bilincinin tam olarak idrak edilemediği Müslüman toplumlarında kılınan namazlar, tutulan oruçlar, yapılan umre ve haclar, verilen zekât ve sadakalar, dinlenilen Kur’an’lar ve vaazlar Müslümanların düşünce, söylem ve eylemleri üzerinde ne denli etkili olabilmektedir? Düşünceler ne denli söyleme dökülebilmekte, her zaman ve mekânda doğru olarak bilinen düşünceler sözle ifade edilebilmekte midir? Meselenin daha da acı olan tarafı söylemlerimizle eylemlerimiz uyuşabilmekte midir? Var oluş gayesini tam olarak idrak edememiş bir Müslüman kıldığı namazdan, tuttuğu oruçtan, verdiği sadaka ve zekâttan ne denli etkilenebilmektedir? Namazda sürekli tekrar ettiği: “Hamd (her türlü övgü, medhüsena, iyilik, güzellik, üstünlük ve erdemlilik) âlemlerin Rabbi olan Allah’a mahsustur) ve “Ancak sana kulluk eder ve ancak senden yardım dileriz” sözlerine günlük hayatında ne kadar sadık kalabilmektedir? Kur’an’ın ayetlerini ve Hazreti Peygamber (S.A.V.) ‘in hadislerini sürekli okuyan veya dinleyen biz Müslümanlar, o ayetlere ve hadislere ne kadar uymaktayız? Ev ve iş hayatında davranışlarımızı belirleyen Kur’an’ın ayetleri ve Hazreti Peygamber (S.A.V.) ‘in hadisleri mi yoksa beşerin icat ettiği kural ve düzenlenmeler mi?
Mutlak ve tartışılmaz doğru, Rabbimizin bize bildirdikleridir. Rabbimizin bize bildirdiğini ve buyurduklarını da en güzel şekilde eyleme döken O’nun Elçisi (S.A.V.)’dir. O halde düşüncelerimiz ve eylemlerimiz Kur’an’la çelişmemeli, eylemlerimiz Hazreti Peygamber (S.A.V.)’le aynı olmalıdır. Yüce Rabbimizin: “Ey iman edenler! Niçin yapmayacağınız şeyleri söylüyorsunuz? Yapmayacağınız şeyleri söylemeniz Allah katında çok çirkin bir davranıştır.” ( Saf Suresi, 2 ve 3. Ayet) ikazına muhatap olmamaya gayret edelim. Özümüz, sözümüz ve işimiz bir olsun. Müslüman’da olması gereken hal budur. Müslüman içten pazarlıklı değildir, ikiyüzlü politika yapmaz, verdiği sözü tutar, her yerde Hakkı söyler, Haktan yana olur, güce boyun eğmez. Müslüman bilir ve inanır ki rızkını veren Allah’tır ve eceli de O’nun elindedir. İnsan kulluk için yaratılmıştır ve imtihan edilmektedir, o halde imtihanı kazanmak için gayret göstermeli dünya hayatına ucuza satılmamalı, ahireti yani cenneti hedeflemelidir. Rabbim bizi bu inanç ve yolda sabit kılsın, nefsimize ve şeytana uydurmasın. Âmin.