Eğitim ve Ekonomi ilişkisinde derin uçurumlar
Habib KARAÇORLU
Dünya ve ülkemiz ekonomisinde son aylarda yaşanan olumsuz gelişmeler, ekonomik sorunları Kovid-19 salgınının ve diğer doğal afetlerin önüne geçirerek birinci gündem maddesi haline getirdi. İngiltere ve ABD başta olmak üzere batı ülkelerinde başlayan temel tüketim maddelerindeki tedarik sorunu batıya her alanda entegre olan ülkemize de kısa zamanda sıçradı ve halkımızın en önemli gündemi haline geldi. Elbette “dost” ve “müttefikimiz” ülkeler sıkıntı ve yokluk çekerken bizim rahat bir hayat sürmemiz pekte şık olmazdı!
Merkez Bankası tarafından peş peşe alınan faiz indirim kararlarının ardından hızla yükselen döviz kurları bir anda piyasaları allak bullak ederek fiyatlarda aşırı oynamalara neden oldu. Temel tüketim maddeleri, ham madde, teknoloji ve enerji başta olmak üzere birçok alanda aslında dışarıya sıkı sıkıya bağımlı olduğumuzu bir kez daha test edip anlamış olduk. Aslında birçok temel ihtiyacımızı kendimiz üretmemize rağmen bunların ham maddelerini ve üretim için gerekli enerjiyi dışarıdan satın almamız nedeniyle artan döviz kurlarının altında ezildik. Böylece Türk Lirasının yabancı paralar karşısındaki değer kaybıyla birlikte vatandaşın da alım gücünde de çok ciddi düşüşler yaşanmış oldu.
Ülkelerin kalkınıp ilerlemesinde en önemli faktör, şüphesiz yetişmiş insan gücüdür. Bunun en güzel örnekleri dünya ekonomisinde ve teknolojide söz sahibi iki ülke: Almanya ve Japonya’dır. Çalışkanlıkları ve iş hayatındaki disiplinleriyle her zaman örnek gösterilen bu iki ülkenin ne petrol ne de maden yatakları mevcuttur. Hatta Japonya’nın yeterli tarım arazisi bile yoktur. Gerekli doğal kaynaklardaki olumsuz durumlarına rağmen bu iki ülke eğitime ve disipline büyük bir önem vererek kalkınmış ve ilerlemişlerdir. Bugün Avrupa’nın ekonomideki lokomotifi Almanya, Uzak Doğununki ise Japonya’dır.
Almanya ve Japonya’da eğitim yanında disiplinin varlığından söz etmiştik. Bu disiplin askeri bir disiplinden ziyade günlük hayat ve iş hayatında Alman ve Japonların sahip olduğu doğruluk ve dürüstlük başta olmak üzere ahlaki değerler, toplumsal kurallar ve devletine ve halkına karşı vefa ve aşırı bağlılıktır. Bu bağlılık onların hem birey hem de toplum olarak güçlenmelerini ve dinamik bir yapıya sahip olmalarını temin etmektedir.
Ülkemizde eğitim konusu en çok tartışılan meselelerin başında gelmektedir. “Yaz boz tahtası” olarak nitelendirilen eğitim sistemiz her değişen iktidar ve her değişen bakanla yeniden düzenlenmeye çalışılmış, ancak her defasında çıkmaz sokaklardan geri dönülmüştür. Eğitim sistemimizdeki eksiklikler, yanlışlıklar, çarpıklıklar, ani dönüşler ve bariz hatalar çocuk ve gençlerimizin yetersiz ve olumsuz yetişmesinde önemli bir rol oynamıştır. Eğitimde işlerin ters gitmesi konusunda, alanda çalışan akademisyen ve uzmanlar tarafından yıllardan beri yapılan eleştiri ve tavsiyeler çoğunlukla yetkililer tarafından görmezden gelinmiştir. Toplanan eğitim şuralarında alınan kararlar çoğunlukla “tavsiye niteliğinde” diye değerlendirildiğinden kaale alınmamıştır. Son olarak yedi yıl aradan sonra 20.’si düzenlenen Milli Eğitim Şurasında 128 madde görüşülerek kabul edilmiştir. Bu maddeler yaraya neşter vuracak cinsten kararlar olmayıp pansuman niteliğinde düzenlemeler ve iyileştirmeleri ihtiva etmektedir. Okul öncesi eğitim, özel öğretim, özel yetenekli öğrencilerin eğitimi, eğitim materyallerinin temini, meslek liselerinin durumlarının iyileştirilmesi, öğretmen yetiştirme, öğretmenlik meslek kanunu, öğretmenlikte kariyer basamakları ve fiziki şartların iyileştirilmesi gibi konular eğitimin temel ana meseleleri değillerdir. Kabul edilen iki madde dışında diğerleri zaten önceden konuşulan konulardır. Bu iki maddeden biri öğrencilere okulda öğlen yemeği verilmesi ve beslenme desteği sağlanması diğeri ise “okul öncesi öğretim programında çocuğun gelişim düzeyi dikkate alınarak din, ahlak ve değerler eğitimi yer almalı” maddesidir. Aslında şu anda içinde bulunduğumuz olumsuz ekonomik şartlar göz önüne alındığında öğrencilere sadece öğlen yemeği verilmesi yanında servis ve giyim, kuşak yardımı da verilmesi gerekir. Mademki, zorunlu eğitim 12 yıl olarak belirlenmiş ve yedi yaşından on sekiz yaşına kadar çocuk okulda tutuluyorsa ve aile ekonomisine katkı sağlamak yerine yük oluyorsa o halde dar ve sabit gelirli ailelerin çocuklarının tüm eğitim masraflarının devlet tarafından karşılanması gerekir.
Okul öncesi öğretim programında yer verilmesi istenen din, ahlak ve değerler eğitimi ile ilgili hemen teyakkuza geçen laik ve seküler kesimler her zaman olduğu bilinçsizce bir tepki ortaya koydular. Aslında küçük çocuklardan önce bu kesimlere ciddi bir din eğitimi verilmesi gerekir. Yaşadıkları ülkenin dinine, tarihine ve kültürüne çok yabancı kalan bu kesimlerin kısa bir zaman süresi içinde de olsa yüzlerini batıdan kendi topraklarına çevirerek gerçekleri görmeleri, bu ülkede eğitimdeki en önemli devrim olacaktır.
Bizce eğitimdeki en önemli sorunlar şunlardır: milli eğitim modeli değil batılı eğitim modeli, 12 yıllık zorunlu eğitim, karma eğitim ve dayatmacı ve tek tipçi eğitimdir. Adı milli ancak kendisi batılı olan eğitim felsefesi ve sistemi bu ülkenin dinine, tarihine, coğrafyasına ve özüne terstir, acilen değiştirilmelidir. Bu ülkenin inançlı, ahlaklı ve çalışkan gençlere ihtiyacı vardır, bu sistem bu konuda yetersiz ve gereksiz bir durumdadır. Zorunlu eğitimin önce 8, sonra 12 yıla çıkartılması bu ülkede mesleki ve teknik eğitime büyük bir darbe vurmuştur. 28 Şubat 1997 post modern darbesinin meslek liselerine vurduğu darbenin etkileri hala devam etmektedir. 28 Şubatın sivil ve askeri kanadı eğitim ve ekonomi alanında bu ülkeye ve millete en büyük kötülüğü yapmışlardır. Zorunlu eğitimin 12 yıla çıkartılması da işin tuzu ve biberi olmuş sanayi alanında kalifiye eleman sıkıntısı had safhaya ulaşmıştır. Bugün aslında ülkemizde işsizlik sorunu yanında bir de iş bilemezlik sorunu vardır. Meslek liselerinden kaçarak genel liselere yığılan ve daha sonra çoğunluğu yüksek öğretimi bitiren gençler kendi alanlarında iş bulamadıklarında vasıfsız birer eleman kabul edilip hizmet sektöründe yardımcı eleman olarak çalışmak zorunda kalmaktadırlar.
Eğitimdeki hayati yanlışlar ve planlamasız adımlar bugün ülke ekonomisinin sırtında büyük bir kambur olarak bulunmaktadırlar. İlk ve orta öğretimde 18, yüksek öğretimde de 8 milyon olmak üzere toplam 26 milyon evladımızın geleceği pekte parlak gözükmemektedir. Sadece birer tüketici gözüyle bakılan ve üretime fazla bir desteği olamayan ülke nüfusunun 1/3’ünü bekleyen ciddi sorunlar kapıdan içeri girmeye ve her yana doluşmaya başlamıştır. Eğitim düzelmeden ekonomi asla düzelmeyecektir. Aslında birbirinin tamamlayıcısı ve ana etkileyicisi olan eğitim ile ekonomi arasındaki derin uçurumların kapatılması için çok ciddi radikal kararlara ihtiyaç vardır. Eğitim için fedakârca adım atacak cesur yüreklilere büyük bir ihtiyaç vardır. Bu adımı da ancak milli ruha, milli şuura ve milli şahsiyete sahip siyasetçiler ve eğitimciler atacaklardır. Rabbim bizlere bu şuuru nasip eylesin ve rızasına muvafık bir nizamı nasip eylesin. Âmin.