TÜRKİYE SİYASETİNDE DERİN PATİNAJLAR -7 - Habib KARAÇORLU

TÜRKİYE SİYASETİNDE DERİN PATİNAJLAR -7


Tüm dünyada etkisini sürdüren Korona virüs salgını ülke ekonomilerini ve sosyal yapıları derinden sarsarken ortaya çıkan olumsuz sonuçlar da siyasete ve yöneticilere fatura edilmeye başlamış gözüküyor. Birçok ülkede salgın nedeniyle yapılan kısıtlamalar ve uygulamaları protesto gösterileri olanca hızıyla artarken, sorunlara kesin çözüm bulmakta zorlanan yönetim kadroları ve liderler sert tedbirlerle öfkesi kabaran toplulukları durdurmaya çabalamaktalar. Amerika’da Kasım ayında yapılan seçimler sonucunda büyüyen olaylar Beyaz Saray’a kadar sıçramak suretiyle beş kişinin ölümüyle sonuçlarken şimdi de ABD’den sonra dünyada ikinci süper güç kabul edilen Rusya’da muhalif lider Navalny’nin tutuklanmasıyla başlayan protesto gösterilerinde yüzlerce kişi gözaltına alınırken olayların nerede duracağını da kestirmek de zor görünüyor. Salgın öncesinde var olan ekonomik sorunların salgınla birlikte daha da büyüyerek orta ve dar gelir sınıflarını daha da sıkıntılı hale getirmesi, artan hayat pahalılığı ve işsizlik rakamları ve bütün bunların üzerine ülke yönetimleri hakkında ortaya atılan yolsuzluk ve icraattaki adaletsizliklere ilişkin iddialar durumdan memnun olmayan kitleleri sokağa dökmeye yetiyor.

Küresel sermaye ve güç odaklarının baskı ve uygulamalarına direnemeyerek onlarla işbirliğine giden yönetimler, sonuçta kendi halklarının daha çok sömürülmesine ve öz kaynaklarının dışarıya aktarılmasına neden olmaktalar. Kurdukları ekonomik tuzaklar ve tezgâhlarla insanların birikimlerini çeşitli hile ve oyunlarla elinden alan küresel şeytani güçler ne yazık ki aynı senaryoları değişik oyuncu ve figüranlarla defalarca sahneye sürerek her defasında finalde kazanan kendileri olmaktalar. Senaryo şöyle: Yeni iktidara gelen hükümete içeriden ve dışarıdan büyük destekler verilir, yabancı yatırımcılar ülkeye gelmeye başlarlar, kredi muslukları açılır, ülkeye sermaye akışı başlar. Gelen paralar yeterince değerlendirilmez, geri dönüşümü olmayan inşaat, hizmet ve turizm sektörlerinde kullanılır. Bu arada üretime verilen destek giderek azalır, döviz bolluğu nedeniyle düşük kurların oluşması ithalatı daha cazip hale getirir. İthalat artarken ihracat azalır. Sonuçta alınan borçların ödeme günleri gelir, ancak ihracat-ithalat dengesi bozulduğundan cari açık nedeniyle elde fazla döviz yoktur, bu nedenle döviz kurları hızla yükselmeye başlar. Filmin birinci bölümü bu şekilde biter. İkinci bölüm başladığında sahnede yine yabancı yatırımcılar vardır. Her zaman olduğu gibi, önce hissettirmeden piyasadan dövizi çekerek değerini yükseltirler, medyadaki adamları spekülatif rakamları fısıldayarak;”dolar on dört lira olacak” gibi yalanlarla yatırımcı ve tasarruf sahiplerini döviz alımına yönlendirirler, tabi bu arada dövizin ateşini düşürmek için faizler de yükseltilir. Faizler iyice yükseldikten sonra dışarı giden para tekrar geri gelir, paniklemeye devam eden  iştahlı döviz alıcıları ellerindeki varlıklarını dövize çevirerek çok yüksek kurlardan gelen dövizleri kapışırlar. Bu şekilde yüksek rant elde eden üçkâğıt ekonomisinin aktörleri sattıkları dövizden elde ettikleri parayı bu kere faize yatırarak yüksek faiz karlarını cebe indirirler. Faizden kazanılan paralar daha sonra borsaya akmaya başlar. Filmin sonuna doğru borsanın önünde biriken insanları görürüz, borsa uçmakta, borsadaki hisseler kapışılmaktadır, borsa acayip şekilde yükselirken hisse sahipleri gayet memnun olarak hisse satın almaya devam ederler. Ve final her zaman olduğu gibi gerçekleşir: herhangi bir nedenle çıkan ekonomik krizle çöken borsa, hüsrana uğrayan yatırımcılar, yenilen büyük kazıklar ve çuvallarla parayı tekrar dışarıya götürürken el sallayan maskeli küresel üçkâğıtçılar. Sahi, bu filmi biz daha kaç kez izleriz, dersiniz? Kemal Sunal filmlerindeki gibi keriz rollerini çok mu seviyoruz? Meşhur bir tarihçimizin dediği gibi:”Aslında bu ülkede kriz değil, keriz vardır.”Kerizliğe devam,  biz bu rolde oynamayı çok seviyoruz.

Türkiye’de ekonomi alanında tekrarlanan senaryolar, elbette siyaset alanında da tekrarlanmaya devam etmektedir. Siyaset ve ekonomi birbirinden asla ayırt edilemeyecek ikilidirler. Birlikte yola çıkar, birlikte yürür, birlikte kaybolurlar. Birinin hastalığı nüksetti mi diğeri de etkilenir. Doğru siyaset eşittir doğru ekonomi, yanlış siyaset eşittir yanlış ekonomidir. Gelir dağılımında ve vergide adalet, hukukta ve yargıda eşitlik, yönetimde ehliyet ve liyakatin olduğu yerde huzur, barış ve kalkınma aksi durumda ise kavga, kargaşa ve gerileme vardır. Cihan devleti Osmanlı’nın duraklama, gerileme ve yıkılma dönemlerinden çıkartılacak çok büyük dersler vardır. Osmanlı devletinin tasfiyesi ve Türkiye Cumhuriyetinin kuruluşu esnasında yaşanan olayları bu köşede anlatmaya ve izah etmeye çalışırken amacımız günümüze kadar ulaşan inanç, düşünce, uygulama ve alışkanlıklara da dikkat çekmektir. Osmanlı Devletinden Cumhuriyete geçiş sürecinde yaşanan sıkıntılar, çekilen sancılar, ödenen bedeller, akan kanlar, verilen canlar, yıkılan hayaller, yanlış hesaplar, tersyüz edilen kanunlar, düzenler ve her krizden karlı çıkan sınıf ve zümreleri görmek mümkündür. Düzene çekidüzen verenler ve düzenden memnun olmayanların verdiği mücadeleler hiçbir zaman bitmemiştir ve bitmeyecektir. Ta ki gücü değil hakkı üstün tutan bir anlayış hâkim olana kadar bu mücadele devam edecektir. Bu girişten sonra tarihi süreci kaldığımız yerden anlatmaya devam edelim. Son olarak 3 Mart 1924 tarihinde çıkarılan kanunlar ve 20 Nisan 1924 tarihinde kabul edilen Anayasadan söz etmiştik. Birinci meclisin feshedilmesi ve ikinci meclisin hayata geçirilmesinin nedenlerinden az da olsa bahsetmiştik. Birinci meclisteki vekiller duygu ve düşünce olarak elbette ikinci meclisten çok farklı bir yapıya sahiptiler. Bu farklı vekillerden biri de Trabzon mebusu Ali Şükrü Bey idi. Sert bir mizaca sahip olan bu dürüst milletvekili nasıl susturuldu, kısaca üzerinde duralım.

Birinci meclisin en çok öne çıkan ve en cevval milletvekili şüphesiz Trabzon mebusu Ali Şükrü Bey’dir. Ali Şükrü Bey emekli bir denizci binbaşı olup İngilizlerin İstanbul’da son verdiği Meclis-i Mebusan üyelerinden biridir. Meclis kapatılınca İstanbul’dan Ankara’ya Milli Mücadeleye destek vermek için gelmiş ve Trabzon mebusu olarak ilk mecliste görev almıştır. Dindar ve vatanperver kişiliği ile tanılan Ali Şükrü Bey içkinin yasaklanması için Men-i Müskirat kanun teklifini veren, hilafeti savunan ve gördüğü yanlış uygulamalara sert bir şekilde karşı çıkan cesur biridir. Ali Şükrü Bey 27 Mart 1923 günü ortadan kaybolur ve üç gün sonra cesedi bulunur. Olayı araştıran meclis komisyonu cinayetin failli olarak Milli Mücadelenin milis Komutanlarından Topal Osman’ı belirler. Topal Osman cinayetin faili olarak idam edilir. Topal Osman’ın Ali Şükrü Bey’i niçin öldürdüğü ve cinayete kimin azmettirdiği halen daha tam olarak anlaşılamamıştır.

Meclisteki ikinci cinayet ise Birinci Dünya Savaşı ve Kurtuluş Savaşının ünlü kahraman paşalarından Deli Halit Paşa’nın Kılıç Ali denilen İstiklal mahkemeleri hâkimi Ali Çetinkaya tarafından 9 Şubat 1925 günü vurularak öldürülmesiyle gerçekleşmiştir. Gösterdiği üstün cesaret ve kahramanlıklarla adı deliye çıkmış olan Ardahan mebusu Halit Paşa da mecliste Halk Fırkasına muhalefetiyle ön plana çıkan isimlerden biridir ve onun akıbeti de Ali Şükrü Bey gibi olmuştur.

Cumhuriyetin ilk yılları büyük çalkantılar içinde geçer. Yapılan inkılâplardan ve icraattan memnun olmayan paşalar ve mebuslar Cumhuriyet Halk Fırkasından ayrılarak 17 Kasım 1924’te Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası’nı kurarlar. Kurucuların içinde İstiklal savaşını başlatan beş paşadan dördü, Ali Fuat, Refet, Rauf ve Kazım Karabekir bulunmaktadır. Fırkanın tüzüğünde dikkat çeken 6.maddede ki: “ Fırka, efkâr ve itikadat-ı diniyyeye hürmetkârdır" ifadesi daha sonra gelişen Şeyh Sait isyanı nedeniyle kapanmasına neden olacaktır. Şeyh Sait isyanı 13 Şubat 1925 tarihinde Diyarbakır’ın Dicle ilçesine bağlı Piran köyünde patlak verir. Dönemin dini önderlerinden Şeyh Sait ve diğer arkadaşları hilafetin kaldırılması, medreselerin kapatılması ve Şer’iyye ve vakıflar bakanlıklarının kapatılmasından büyük rahatsızlık duymaktadırlar. Bölgede hızla gelişen olaylar sonucunda biranda kendilerini isyanın içinde bulan Şeyh Sait ve diğer bölgesel liderler Bingöl, Muş, Elazığ ve Diyarbakır’da başlattıkları isyanı tüm bölgeye yayarlar. Gelişen olaylar sonucunda Ali Fethi beyin hükümeti istifa ettirilir ve yerine İsmet Paşa hükümet kurar.  4 Mart 1925 tarihinde çıkartılan Takrir-i sükun kanunu ile bölgede sıkıyönetim ilan edilir ve İstiklal Mahkemeleri tekrar devreye sokulur. Ayaklanma bölgeye gönderilen askeri birlikler tarafından bastırılır. Bacanağı Binbaşı Kasım’ın ihbarı sonucu yakalanan Şeyh Sait ve diğer isyancı liderler Diyarbakır’da İstiklal mahkemesi tarafından idam edilirler. Bu olaya istinaden Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası 5 Haziran 1925 tarihinde kapatılır. Böylece her türlü muhalif düşünce ve hareket bastırılmış olur.

Önümüzdeki birkaç yazıyla inşallah konumuzu bitirmek dileği ile Yüce Rabbimizden bize ve yöneticilerimize feraset, basiret ve hidayet vermesini ve bizleri hakkı hak bilip Hakka ittiba eden batılı da batıl bilip batıldan imtina eden kullarından kılmasını niyaz ederiz. Amin.

YAZIYI PAYLAŞ!

YAZARIN SON 5 YAZISI
02Tem
20Şub

Anormalle nasıl normalleşilecek?

27Ara
13Ara
27Eyl

Fahiş fiyatlar, faizler ve kurlar